28 Ocak 2010 Perşembe

... kurduğum hayalin tek bir kahramanı var!

güney fransa demiştik...

güney fransa sahillerinden birinde yıllardır hayalini kurduğu, mutevazı teknesini alıp denizlere açıldığımızda tek istediğimiz huzur...

güzel bir yaz günü yolumuza çıkarız. teknesinin dümenine geçip rotayı açık denizlere çevirir ve hep ileriye bakar. bense teknenin kıçında oturur ve yüzümü güneşe veririm. sadece dalgaların tekneye vuruşunu dinlerim. sonra kalkarım ve onu izlerim. direğin arkasına saklanır, onu izlerim. onun yapmaktan zevk aldığı şeylerden birini yaparken, yapabilirken, ne kadar mutlu ve huzurlu olduğunu izlerim. o büyük bir ciddiyetle yoluna bakar, teknesiyle ilgilenir, düğümler atar, yelkeni rüzgara göre ayarlar ve büyük bir keyif bütün ruhunu sarar. bense sadece arkasından onu izlerim, sessizce.
seslerimize ihtiyacımız yoktur o anda. sadece doğa bize yeterlidir... hatta tek istediğimiz de budur. birbirimizden bir şey beklemeyiz, bir şey talep etmeyiz. sadece beraber olmak ve aynı huzuru paylaşmak yeterlidir. o, insanların kendisinden bir şeyler beklemesinden yorulmuştur. o, sadece kendisi olmak istiyordur. insanların bir türlü saygı göstermediği, kendine özel o sınırları çizmek artık canını sıkmaya başlamıştır. ama burda bunları düşünmeye yer yoktur. zaten bunlardan kaçmıştır...
daha sonra bir koy bulur. çapayı atar. ben kendimi denize atarım. çok soğuk ama bir o kadar da canlandırıcı... o uzun süre bakar, cesaret edemez. ayağını suya sokar çıkarır. çok soğuk gelir. ben sürekli onu izler ve gülümserim. o bir türlü atlayamaz.
sonra sudan çıkarım. kurulanır kendimi güverteye sererim. güneş içime işler. ısıtır beni. yüzümdeki gülümseme orada kalır. sonra çok sıcak gelir ve gölgeye kaçarım. o da gelir. yorulmuştur. kıçtaki rahat koltuklara yatar uyuruz beraber.
açlıktan ölerek uyandığımızda artık güneş yavaş yavaş batmaya başlamıştır. uyku çok çekici gelir, bir türlü kalkamayız ama açlığa dayanamayız. daha sonra içeri girer giyiniriz. o, mutfağa geçer. dünyanın en güzel balığını yapar, rakılarımızı koyar. ben sofrayı kurarım, müzik ayarlarım. yemekte çok şey de konuşuruz, hiçbir şey de. o sofrada, orada bulunmak yeterlidir.
yemeğimizi yedikten sonra o ıslık çalarak kalkar ve müziği daha eğlenceli ve hareketli bir şeyle değiştirir. dans ederek, şarkıyı söyleyerek, gülerek gelir. ben beceremem ama o çok güzel dans eder, çok güzel şarkı söyler.
sonra güverteye çıkarız. elimizde birer içki, yatıp yıldızları izlemeye başlarız. benim en sevdiğim yıldız takımını buluruz. o yıldızlarla ilgili bildiklerini anlatır. ben onu dinlerken yıldızları izlerim.
sonra canım denize girmek ister. koşup atlarım. o beni tekneden izler. güler. ben de gülerim. kahkahalarımız geceyi çınlatır...

buna bir isim koymak şart mıdır? yani sadece bu kadarı yetmez midir? aşk, sevgi, arkadaşlık? ya da bir ilişki? bunları paylaşabilmek için buna bir isim vermeye gerek yok. sadece yaşamak gerek bazı şeyleri. olduğu gibi. tadını çıkararak. bir şey beklemeden. bir şey talep etmeden.

buna bir isim vermek bu güzel hayale haksızlık etmekten başka hiçbir şey değildir.

3 yorum:

  1. ve çok istedim şu anlattıklarını yaşamayı

    YanıtlaSil
  2. ben de yaşamak istiyorum.
    ama hayal etmek de yaşamak kadar güzel :)

    YanıtlaSil

Bu Blogda Ara