18 Kasım 2011 Cuma

... on peut ver.2!

Kendime küçücük bi çizim defteri aldım. Hep yanımda taşıyorum. Daha hiç bir şey çizmedim ama yine de bi adım atmış oldum. Bence güzel.

17 Kasım 2011 Perşembe

... music is my aeroplane!

Yıllar önce tanıdığım ve o zamanlar bana zor yıllar yaşatan biriydi G. Onceleri severdim, iyi anlaşıldık. Sonra ne olduysa digerleri gibi benimle uğraşmaya, beni üzmeye başlamıştı.
Anlayamadığım şey neden bunca zaman sonra onunla birlikte Amerika'ya gittigimdi. Hem de sadece haftasonu için. Cok saçmaydi. İki yabancı gibi aileler ile birlikte eşyalarımızı topladık. Bunu da neden birlikte yaptığımızı anlayamiyordum. Hiç konusmuyorduk ama aramızda bir gerginlik yoktu. Belki de sadece bir anlam verememezlik, ne isimiz var burada, ben neden bununla amerika'ya gidiyorumluklar.
Sonuçta bütün bunlar eşliğinde hazırlandık. Ben bi kaç şey unuttuğumu anladığımda ona güveniyordum. Hayatım boyunca, daha dogrusu hayatımda olduğu sürede hiç güvenmediğim adama unuttuğum malzemeler konusunda güveniyordum. Saçmaydi. Yaşanan hersey saçmaydi.
İkimiz de hazırlandıktan sonra havaalanına geldik. Konuştuğumuzu bile hatırlamıyorum. Check-in ler yapıldı, pasaport kontrolünden geçildi. Rutin havaalanı işlemleri gerçekleştirildi
Uçağa bindiğimizde ise koltuklarımız ayriydi. Ben orta kapıya yakın otururken o en arkalardaydi. Ben küçük bir cocuk gibi muzur muzur hareketler yapıyor, yerimde duramıyorum. Dikkat ettigim tek şey pilotun cok genc olduguydu. Bu beni suphelendiriyordu. Bu kocaman uçağı kaldırabilecek mi sorusu beni geriyordu. Ancak buna rağmen hareketlerime devam ediyordum.
Birden uçağı kusbakisi görmeye başladım. Uçak yolunda bir süre gitti, kuytu bir köşeye park eder gibi yapıp hızlandı ve bana doğru büyük bir hızla yaklaşmaya başladı. O anda uçağa, kendime döndüğümde kemerimi takmadigimi fark ettim. Bütün hostesler beni uyarıyorlardı. Bense onları dinlemiyordum. Bir süre yukarı doğru sallantili bir sekilde çıktıktan sonra pilot kontrolunu yitirmeye başladı ve aşağı doğru büyük bir hızla düşmeye başladık. Benim kemerim takılı olmadıgı ve önümde boşluk olduğu için aşağı doğru sürükleniyor, bir yerlere tutunmaya çalışıyordum. Hostesler beni yakalamaya, oturtup kemerimi takmaya çalışıyorlardı ama başarılı olamıyorlardı. Sonunda uçak sehrin icine indi ve hostesler ile pilot uçaktan aşağı indi. Pilot gülüyordu. Hostesler cok sinirliydi. Pilota bağırıyorlardı. "sen doktorsun, pilot değil!" pilot/doktor gülmeye devam ederken sözler veriyordu. "izin verin bu sefer yapicam" ve aynı anda kuleyle irtibat kurup kalkış için izin istedi. Kule izni verdi vermesine de sehrin, binaların tam ortasindaydik. Nasıl olacak derken pilot kontrolü eline aldı ve tekrar uçağı kaldırmaya çalıştı ama binalara çarpar gibi olunca bu sefer hostesler olaya el koydu.
Uçak sehrin ortasında saçma sapan bir sekilde dururken bos uçağın icinde ayağa kalkıp G'nin yanına gittim. Sadece iyi olup olmadıgını merak etmiştim ve bunu ona sormak istiyordum. Yanına geldigimde iki yanında da güzel kızlar oldugunu ve onlarla cok güzel vakit geçirdiğini ve cok da iyi oldugunu gördüm. Bana gülerek baktı ve iyi oldugunu söyledi. Ben de mahcup bakışlara sadece iyi olup olmadıgını bilmek istedim derken koluna dokundum ve arkamı dönüp gittim.

15 Kasım 2011 Salı

... trains!

Rüzgar pencereme carparken uyumaya çalışıyorum. Aklıma bazı seyler geliyor. Yakınlarıma cok rahat söyleyebildigim ama kendime aynısını söyleyemediğim seyleri fark ediyorum. Üzücü. Terzi kendi söküğünü dikemez misali.

He's just not that into you demek o kadar kolayken bunu kendi kendine söyleyebilmek de bir o kadar zor.

Belki öyle belki de değil.

Aklımda tren raylarının sesi var. Tren geçiyor. Arkasından bakıyorum ve "always the summers are slipping away, find me a way for making it stay" diyorum.

Yasadım bunu ben.

10 Kasım 2011 Perşembe

... Saint!

Son zamanlarda hayatında gerçekleşen radikal degisiklikler kendisini kocaman bir okul kasabasında bulmasına neden olmuştu. Bu kasaba, okullardan olusan bir site gibiydi. Sadece çeşit çeşit okullar vardi. Her birinin binası bir tarihi ederdi. Her bir bina bir malikane, bir kilise, bir şato gibiydi. Eski tas binalar her yeri sarmış, her adımda hayranlık uyandıran görkemli bir kasabayı oluşturmuştu. O ise, bütün bunların ortasında tek basına dikiliyordu.
Gideceği yeri biliyordu, gitmek istemiyordu ama gitmek zorundaydi. Kasabanın sokaklarında adımlarını atarken binalar bütün kasvetleri ile üzerine doğru geliyorlardı. O ise adımlarını atmakta zorlanıyordu. Üzerinde eski okulunun kravatı forması ile ruhu yerlerde surunerek ilerlemeye çalışıyordu. Sonunda içeri girmesi gereken binanın önüne geldiginde "herhalde bu en kötüsü" diye düşündü. Etrafını saran bir sürü kosusturan kızı görünce daha da rahatsız oldu ama uzun bir bekleyisten ve binaları inceledikten sonra, etraf da biraz olsun sakinlesince içeri girdi. Bu bir kız okuluydu. Bunu daha önce tahmin etmesi gerekirdi. Kötü bakışı öğretmenlerin yanından geçip ilerlemeye çalışırken ve kızlar ona çarpıp dururken birden büyük bir dogallikla durdu ve çıkışa yöneldi. O kadar normal bir sekilde çıkışa doğru yürüyordu ki onun yabancılığı, onun bu gitme arzusu kimseye garip gelmedi. Yürüdü, yürüdü ve yürüdü...
Neden sonra dışarıda kendini birden bir kız grubunun tam ortasında buldu. Bu kızların hepsi teker teker ona bakıyordu ve içlerindeki nefreti gözlerinden ona aktariyorlardi. Kendisini zor tutuyordu. O da onlara gözdağı veriyordu. Yeni olmanın acısını böyle çekmek istemiyordu. Ancak bir süre sonra kizlarin elebaşı ona saldırınca yapacak birşeyin olmadıgını düşündü ve kendini savundu ama kızı biraz fazla hirpaladi. Bu ona okulda ilk günden büyük bir un ve dokunulmazlık getirecekti ama o zaten burada olmak istemiyordu.
Okulun sınırlarından içeri adım attıgı andan itibaren onu takip eden biri vardi. Onun hiç farkında olmadıgı biri. Aslında bu kadar kadının icinde ilk anda dikkati çeken, bütün ogrencilerin hayran olduğu adamı görmemek imkansizdi. Bu adam herkesle cok iyi anlaşır, bütün kızları koruyup kollarda. Biz Aziz, bir melek gibi.
Kızla olan atışmanın sonunda zaten olmak istemediği bu saçma sapan yerde durmasının mümkün olmadıgını düşünerek tekrar dönüş yoluna gecti. Yine her hareketi o kadar doğaldı ki kimsenin gözüne okuldan kaçan bir kızmış gibi gözükmedi. Normal bir hızda yürürken yola çıkmadan önce göz göze geldigi Aziz'in arkasından geldigini fark etti ve adımlarını hızlandırdı. Eski okulunda atletizm takımında olmasının avantajlarını kullanıyordu. Okulda kimse onu geçememişti, burada bu aziz de onu yakalayamazdi. Büyük bir hızla koşarken kendini birden bir mezarlıkta buldu. Arkasındaki aziz'de birden bir motor belirmişti. O en küçük motorlardan. Aziz'in Nereden ve ne zaman bulup da bindiğini anlayamadığı motordan kaçmak için mezarliktaki en kuytu köşelerden, em dar yollardan gecti. Ancak nasıl oluyorsa motor sürekli daha yakınında oluyordu. Artık nefesi kesilmeye başlamıştı ki kendini büyük bir boşlukta buldu. Karşısında da motoru üzerinde Aziz duruyordu. Artık kaçacak yerinin kalmadığını anladığında yere çöktü ve ağladı, ağladı, ağladı. Aziz yanına geldi, onu kollarının arasına aldı ve sarıldı, sarıldı, sarıldı...

9 Kasım 2011 Çarşamba

... Dreamscape!

Karanlık bir yokusta dururken birden gök delindi. Büyük bir ışık havayı aydinlatti. Işığın icinden bir şey yaklaşıyordu, geliyordu. Hatta düşüyordu. Arkasında onu takip eden bir alev vardi. Büyük bir hızla üzerimize doğru geliyordu ve biz orada kalacakmış bir halde gökyüzüne bakıyorduk.
Bir süre sonra ileride duran arabanın üzerine kocaman bir kaya düştü. Sanki yıllardır orada duruyormuş gibi doğal bir sekilde oraya kondu. İnsanlar bile bunu acayip karşılamadı. O gökyüzünden yıllar önce kopup gelen bir goktasiydi ve bu cok normal bir surecti. Hep oradaydı ve hep orada olacaktı.
Sonra araştırma malzemesi olacaktı. Üzerine bilimadamlari bir takım pedler yerleştirecek, bir takım ölçümler yapılacaktı. Bu sırada ortaya çıkan sonuclar not edilecek, bir seyler kesfedilecekti. Bütün bunlar o göktaşı arabanın uzerindeyken, o sokaktan hiç kimildatilmadan, halka açık bir sekilde yapılacaktı. Herkes bunu görecek, herkes gidip fotografını çekecekti.

Bu Blogda Ara