28 Haziran 2010 Pazartesi


hey, i'm in love,
my fingers keep on clicking to the beating of my heart.
hey, i can't stop my feet,
ebony and ivory and dancing in the street.
hey, it's because of you,
the world is in a crazy, hazy hue.

my heart is beating like a jungle drum. (x3)

man, you got me burning,
i'm the moment between the striking and the fire.
hey, read my lips,
cause all they say is kiss, kiss, kiss.
no, it'll never stop,
my hands are in the air, yes i'm in love.

my heart is beating like a jungle drum. (x4)

my heart is beating like a jungle drum. (x4)

24 Haziran 2010 Perşembe

... hoşgeldin!


hiç ummazdım
oldu
sonbaharda
hediye gibi geldin
hoş geldin

seyirlik değil, ömürlük olsun
dilerim bu defa bu son olsun
seyirlik değil, ömürlük olsun
bir yastıkta nasip olsun

gel, koynuma gel
oynuma gel
akşam gözlü esmer

safa geldin
son ihtimalim
bir sana kalmış halim
hoş geldin


yazmak istediğim şeyler var. hem de çok. ama bu sözler herşeyi özetliyor. 


mutluyum...


11 Haziran 2010 Cuma

... love of my life!


7 Haziran 2010 Pazartesi

... çocukluğudur insanın adı!


gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
hiçbir yere gitmiyor... 


iki insan beraber büyüdüğünde neler yaşarlarsa yaşasınlar, arada ne kadar kırgınlık olursa olsun o çocukluklarını bir kenara atıp birbirlerini silemiyorlar. bunu hep beraber büyüttükleri çocuklukları engelliyor. hep bir hatır, hep bir sevgi baki kalıyor.
çocuklar sanırım büyüklerden daha toleranslı ve anlayışlılar. büyüklerin bir kerede silip atabileceği şeylere hep şans vermeye devam ediyorlar. onlar için hayalkırıklığına izin yok. onlar hep iyi, hep affedici. büyükler ise zalim ve acımasız.
böyle olduğumuz zaman işte anlıyorum büyüdüğümüzü. artık daha fazla hayalkırıklığı yaşamak istemeyip, artık affetmemeye ve insanları silmeye karar verip bunu yapmaya başladığımızda içimizdeki o saf, affeden ve mutlu çocuğu öldürmüş, üzerine toprak atmış oluyoruz. resmen cinayet!
işte beraber büyüdüğümüz insanlar o çocuğu hiç öldüremediklerimiz. beraber büyüdüğümüz, çocukluğumuzu, saflığımızı yaşadığımız insanlar. o çocuğu öldürmemizi engelleyenler. sadece hissettirdikleri ve hissettikleri ile olası cinayeti önlüyorlar. 
eski fotoğraflara bakmak bile yeterli bunun için sanırım. dünleri, geçen yılları, bugün ile aralarındaki zamanı, yaşananları, bakışları, gülüşleri ve gözyaşlarını görünce; "beni bırakma, hep hayatımda ol" demeleri o çocuk için söz vermeye yeterli oluyor. sonra insan, o çocuğun hep gülmesini, yıllar önceki gibi mutlu bakmasını istiyor. 
keşke hep çocuk, hep saf kalsaydık. 
keşke hiç büyümeye çalışmasaydık.
artık büyümeyi istemek, büyümeye çalışmak ve büyümek o kadar da mantıklı gelmiyor.
artık o onsekiz yaşında büyümeyi isteyen şapşal çocuk bunu istemiyor. 

çocukluk işte. biraz da olsa hala...



şimdi kocaman denizlerde, kocaman gemilerde
neden yok küçüklüğümüzdeki büyüklüğümüz;
çocukluğumuzun bahçelerinde, o evlerde
kağıttan gemilerimizi yüzdürdüğümüz.
bir şeyler mi kalmış çocukluğumuzda,
çocukluğumuzla çözdüğümüz..


özdemir asaf

... türkiye'de bir şeye gönül vermek!

bu ülkede tanık olduğumuz şeylerden sonra bir şeye gönül vermeye, onun için mücadele etmeye korkuyor insan. aslında tam da tersinin olması gerektiği bir durum. çünkü bu ülke her ne kadar çaba sarfeden, sesini duyurup doğru olanı yapmaya çalışanları susturmayı çok seviyor olsa da, buna ihtiyacı da var. bunun için insanlara ihtiyacımız var. 
kontrolümüzün dışında ve bilmediğimiz çok şeyin olduğu, bilsek bile susturulduğumuz bir ülkede yaşıyoruz. düşüncelerimizi ifade etmek bile suç! bazen sadece düşünmek bile! devlet yazılı olarak herşeyi koruyormuş. kendisi öyle diyor. sözde, yazıda. peki ya uygulamada, gerçek hayatta?
bu ülkede bir insan düşüncelerini ifade ettiği için yargılanıyor, hedef gösteriliyor ve öldürülüyor. onu öldürenler çok büyük bir başarı kazanmışçasına takdir ediliyor ve destekleniyor. ne zaman insan öldürmek suç olmaktan çıktı da takdir edilesi, eli sıkılası bir hareket oldu? ne zaman birlik ve beraberlik, kim olursan ol beraber dostça kardeşçe yaşayalım demek suç oldu? ne zaman onu "susturmak" marifet sayıldı?
aslında uzun zamandır bu böyle. uzun zamandır bu ülkede yaşayan, düşüncelerini ifade eden insanlar "susturuluyor". bu susturucular da "abiler" tarafından destekleniyor. 
böyle bir ülkede yaşadığım için çok üzgünüm. hergün bu ülkeden bu yüzden nefret ediyorum. başka şeylerden dolayı da ediyorum. her geçen gün bu ülkeyi yaşanmaz bir hale getirdiğiniz için sizden de nefret ediyorum. ama türkiye'de bir şeye gönül verip onun için savaşacaksam eğer en azından yalnız olmadığımı biliyorum!
... sem hikayeleri 5!


durdu. kapı açıldı ve kapandı. oturdu.
kırmızı plastik koltuklar tam karşısındaydı. 
yorgunluk bütün vücudunu sarıp gözlerinden süzülüp yere damlıyordu. tepkisizleşmişti. kulaklarından beynine iletilen müzik yarı yola bile gelmeden yok oluyordu. kafasını ağlarıyla sarıp bembeyaz bir yuvaya dönüştüren örümcekler bile uykudaydı. hiçbir sistemin çalışacak hali yoktu. herşey durmuş, çökmek üzereydi. 
durdu. kapı açıldı ve kapandı.
kırmızı plastik koltuklara bakmaya başladı. gözlerini hiç ayırmadan, hiç kırpmadan bakıyordu.
koşan sarı bir çocuk vardı. bir koltuktan diğerine ve diğerine ve diğerine. durmaksızın koşuyor, diğer koltuğa atlıyordu. yolculuğu kesintisiz ve eğimliydi. sanki uyuyanlar alemine gitmek için atlanan çitler gibi. koltuk bitiyordu, çocuk atlıyodu. bitiyordu, atlıyordu. her atlayışında koltuğa takılıyor, bir süre yalpaladıktan sonra toparlanıp yoluna devam ediyordu. her seferinde aynı. bitiyor, atlıyor, takılıyor, yalpalıyor, toparlıyor ve devam ediyor. bu yüzden sonsuzluğa doğru hızı hep hızlı ve hep yavaştı.
altında ise onu takip eden bir şey vardı. çocuk koşarken o kayıyordu. büyük bir hırs ve azimle çocuğu kaybetmeden takip ediyordu. sanki birbirlerine hayali bir iple bağlıydılar. belki de çocuğu yavaşlatan ve takılmasına neden olan, hızlı gitmesini engelleyen buydu. ancak o ipten de kurtulmak istemiyordu. yalnız başına hiç gidemeyeceğini, yolun sonuna hiç gelemeyeceğini düşünüyordu. çocuk ona bağımlı ve bağlıydı. hatta bu ikisi için de geçerliydi. 
sonra çocuk birden yavaşlamaya başladı. ne olduğunu anlayamadan takip eden de yavaşladı. 
kırmızı plastik koltuk gittikçe büyüdü. ışıklar üzerine vurdu. artık hiçbir şey görünmüyordu.
durdu. kapı açıldı. ayağa kalktı. indi. kapı kapandı.

5 Haziran 2010 Cumartesi

... hope it gives you hell!




söyleyecek çok bir şey yok. bugün sanırım sonunda bütün her şeyi geride bıraktım. 

swann'ın kendi kendine haykırdığı gibi; "hayatımın onca yılını hasrettiğim, uğruna ölmek istediğim, en büyük aşkımı yaşadığım kadın, aslında hoşuma gitmeyen, tipim bile olmayan bir kadınmış meğer!"

ha bir de son olarak

"gönül vermişsen bir köpeğin kıçın
sanırsın ki kıç değil, benzer gülistana"

bugün işte o kıç görüldü
öperler! :)
... çiçek açmış genç kızların gövdesinde!

"sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran, başlangıç noktasına geri dönmeye zorlayan bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür; bizi gidişten daha fazla etkilemesinin, büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir."


marcel proust

Bu Blogda Ara