20 Aralık 2011 Salı

... Birine sarilabilmek için illa ki ölüm mü gerek?...

9 Aralık 2011 Cuma

Gökkuşağı balonlardan oluşuyormuş, düştüler. Tam da önüme ama fotografını cekemedim.

1 Aralık 2011 Perşembe

... like a boss!

Barcelona'lı futbolcular kafile olarak Ankara'ya gelmişlerdi. Kafilenin güvenliği de benden soruluyordu. Onları istedikleri yerlere götürüyor, kendilerini iyi ve güvende hissetmelerini sağlıyordum. Ancak bütün bunlara rağmen sürekli bir kaygı içerisindeydiler.
Programımızın icinde Anıtkabir ziyareti de vardi. Herkes büyük bi gerginlik içindeydi yine. Ben bütün güvenlik önlemlerini aldıktan sonra bana bir haber ulaştı. Bir eylem olacaktı ve bu eylemin kime karsı olduğu bilinmiyordu. Ben kafile ile anitkabir'e girdikten sonra kalabalığın icine daldım. Asil önemli olan odalardan birine girdim. Herkes zaten oradaydı. Oranın güvenlik görevlisinin yanında durup etrafı izlemeye başladım.
Bir süre sonra üzerinde bej uzun bir ceket olan, yaklaşık 50 yaslarında olan bir adam yanımıza kadar gelip silahını çıkardı ve bu kalabalığın icinde konuşmak istediği tek bir kisi oldugunu söyledi. Herkes silahını çıkarması ile yere yatmıştı. Ben adamın hemen arkasında duruyordum ve konuşmalarına silahını indirmesini sağlamaya çalışıyordum. Ancak o cok kararlıydi. Bozuk aksaniyla konuştuğu ingilizcesi cok zor anlaşılıyordu ama herkes ne demek istediğini vücut dilinden, mimiklerinden ve tavırlarından anlıyordu.
Bir anda yerde yatanlardan iki kisi konuşarak ayağı kalktı. Biri angelina jolie digeri de onun yardimcisiydi. Ben büyük bir şaşkınlıkla bu kadın nerden çıktı derken toparlandım ve ucunu bir köşeye götürdüm. Angelina adamla konuşmayı kabul etti ancak oradan güvenli bir sekilde çıkmayı da garantilemek istiyordu. Bu konuda da gorev yine bana düşüyordu.
Adam konuşuyor, angelina onu dinliyordu. Ben ise diğer güvenlik görevlilerini etraflarına sarmıştım ve o güvenlik hattının icinde duruyordum.
... fall of rising sun!

Yine uçaklar düştü.
Karla kaplı dağların arasından yeni yollar açıldı. İse yaramadı.
Dağların tepesinde havalanmaya çalışan uçaklar yolları aradı.
Bir ses yine mi uçaklar düştü dedi.
Unutma bunu diyene kadar, unuttu gitti.
Bir daha da dönmedi.

18 Kasım 2011 Cuma

... on peut ver.2!

Kendime küçücük bi çizim defteri aldım. Hep yanımda taşıyorum. Daha hiç bir şey çizmedim ama yine de bi adım atmış oldum. Bence güzel.

17 Kasım 2011 Perşembe

... music is my aeroplane!

Yıllar önce tanıdığım ve o zamanlar bana zor yıllar yaşatan biriydi G. Onceleri severdim, iyi anlaşıldık. Sonra ne olduysa digerleri gibi benimle uğraşmaya, beni üzmeye başlamıştı.
Anlayamadığım şey neden bunca zaman sonra onunla birlikte Amerika'ya gittigimdi. Hem de sadece haftasonu için. Cok saçmaydi. İki yabancı gibi aileler ile birlikte eşyalarımızı topladık. Bunu da neden birlikte yaptığımızı anlayamiyordum. Hiç konusmuyorduk ama aramızda bir gerginlik yoktu. Belki de sadece bir anlam verememezlik, ne isimiz var burada, ben neden bununla amerika'ya gidiyorumluklar.
Sonuçta bütün bunlar eşliğinde hazırlandık. Ben bi kaç şey unuttuğumu anladığımda ona güveniyordum. Hayatım boyunca, daha dogrusu hayatımda olduğu sürede hiç güvenmediğim adama unuttuğum malzemeler konusunda güveniyordum. Saçmaydi. Yaşanan hersey saçmaydi.
İkimiz de hazırlandıktan sonra havaalanına geldik. Konuştuğumuzu bile hatırlamıyorum. Check-in ler yapıldı, pasaport kontrolünden geçildi. Rutin havaalanı işlemleri gerçekleştirildi
Uçağa bindiğimizde ise koltuklarımız ayriydi. Ben orta kapıya yakın otururken o en arkalardaydi. Ben küçük bir cocuk gibi muzur muzur hareketler yapıyor, yerimde duramıyorum. Dikkat ettigim tek şey pilotun cok genc olduguydu. Bu beni suphelendiriyordu. Bu kocaman uçağı kaldırabilecek mi sorusu beni geriyordu. Ancak buna rağmen hareketlerime devam ediyordum.
Birden uçağı kusbakisi görmeye başladım. Uçak yolunda bir süre gitti, kuytu bir köşeye park eder gibi yapıp hızlandı ve bana doğru büyük bir hızla yaklaşmaya başladı. O anda uçağa, kendime döndüğümde kemerimi takmadigimi fark ettim. Bütün hostesler beni uyarıyorlardı. Bense onları dinlemiyordum. Bir süre yukarı doğru sallantili bir sekilde çıktıktan sonra pilot kontrolunu yitirmeye başladı ve aşağı doğru büyük bir hızla düşmeye başladık. Benim kemerim takılı olmadıgı ve önümde boşluk olduğu için aşağı doğru sürükleniyor, bir yerlere tutunmaya çalışıyordum. Hostesler beni yakalamaya, oturtup kemerimi takmaya çalışıyorlardı ama başarılı olamıyorlardı. Sonunda uçak sehrin icine indi ve hostesler ile pilot uçaktan aşağı indi. Pilot gülüyordu. Hostesler cok sinirliydi. Pilota bağırıyorlardı. "sen doktorsun, pilot değil!" pilot/doktor gülmeye devam ederken sözler veriyordu. "izin verin bu sefer yapicam" ve aynı anda kuleyle irtibat kurup kalkış için izin istedi. Kule izni verdi vermesine de sehrin, binaların tam ortasindaydik. Nasıl olacak derken pilot kontrolü eline aldı ve tekrar uçağı kaldırmaya çalıştı ama binalara çarpar gibi olunca bu sefer hostesler olaya el koydu.
Uçak sehrin ortasında saçma sapan bir sekilde dururken bos uçağın icinde ayağa kalkıp G'nin yanına gittim. Sadece iyi olup olmadıgını merak etmiştim ve bunu ona sormak istiyordum. Yanına geldigimde iki yanında da güzel kızlar oldugunu ve onlarla cok güzel vakit geçirdiğini ve cok da iyi oldugunu gördüm. Bana gülerek baktı ve iyi oldugunu söyledi. Ben de mahcup bakışlara sadece iyi olup olmadıgını bilmek istedim derken koluna dokundum ve arkamı dönüp gittim.

15 Kasım 2011 Salı

... trains!

Rüzgar pencereme carparken uyumaya çalışıyorum. Aklıma bazı seyler geliyor. Yakınlarıma cok rahat söyleyebildigim ama kendime aynısını söyleyemediğim seyleri fark ediyorum. Üzücü. Terzi kendi söküğünü dikemez misali.

He's just not that into you demek o kadar kolayken bunu kendi kendine söyleyebilmek de bir o kadar zor.

Belki öyle belki de değil.

Aklımda tren raylarının sesi var. Tren geçiyor. Arkasından bakıyorum ve "always the summers are slipping away, find me a way for making it stay" diyorum.

Yasadım bunu ben.

10 Kasım 2011 Perşembe

... Saint!

Son zamanlarda hayatında gerçekleşen radikal degisiklikler kendisini kocaman bir okul kasabasında bulmasına neden olmuştu. Bu kasaba, okullardan olusan bir site gibiydi. Sadece çeşit çeşit okullar vardi. Her birinin binası bir tarihi ederdi. Her bir bina bir malikane, bir kilise, bir şato gibiydi. Eski tas binalar her yeri sarmış, her adımda hayranlık uyandıran görkemli bir kasabayı oluşturmuştu. O ise, bütün bunların ortasında tek basına dikiliyordu.
Gideceği yeri biliyordu, gitmek istemiyordu ama gitmek zorundaydi. Kasabanın sokaklarında adımlarını atarken binalar bütün kasvetleri ile üzerine doğru geliyorlardı. O ise adımlarını atmakta zorlanıyordu. Üzerinde eski okulunun kravatı forması ile ruhu yerlerde surunerek ilerlemeye çalışıyordu. Sonunda içeri girmesi gereken binanın önüne geldiginde "herhalde bu en kötüsü" diye düşündü. Etrafını saran bir sürü kosusturan kızı görünce daha da rahatsız oldu ama uzun bir bekleyisten ve binaları inceledikten sonra, etraf da biraz olsun sakinlesince içeri girdi. Bu bir kız okuluydu. Bunu daha önce tahmin etmesi gerekirdi. Kötü bakışı öğretmenlerin yanından geçip ilerlemeye çalışırken ve kızlar ona çarpıp dururken birden büyük bir dogallikla durdu ve çıkışa yöneldi. O kadar normal bir sekilde çıkışa doğru yürüyordu ki onun yabancılığı, onun bu gitme arzusu kimseye garip gelmedi. Yürüdü, yürüdü ve yürüdü...
Neden sonra dışarıda kendini birden bir kız grubunun tam ortasında buldu. Bu kızların hepsi teker teker ona bakıyordu ve içlerindeki nefreti gözlerinden ona aktariyorlardi. Kendisini zor tutuyordu. O da onlara gözdağı veriyordu. Yeni olmanın acısını böyle çekmek istemiyordu. Ancak bir süre sonra kizlarin elebaşı ona saldırınca yapacak birşeyin olmadıgını düşündü ve kendini savundu ama kızı biraz fazla hirpaladi. Bu ona okulda ilk günden büyük bir un ve dokunulmazlık getirecekti ama o zaten burada olmak istemiyordu.
Okulun sınırlarından içeri adım attıgı andan itibaren onu takip eden biri vardi. Onun hiç farkında olmadıgı biri. Aslında bu kadar kadının icinde ilk anda dikkati çeken, bütün ogrencilerin hayran olduğu adamı görmemek imkansizdi. Bu adam herkesle cok iyi anlaşır, bütün kızları koruyup kollarda. Biz Aziz, bir melek gibi.
Kızla olan atışmanın sonunda zaten olmak istemediği bu saçma sapan yerde durmasının mümkün olmadıgını düşünerek tekrar dönüş yoluna gecti. Yine her hareketi o kadar doğaldı ki kimsenin gözüne okuldan kaçan bir kızmış gibi gözükmedi. Normal bir hızda yürürken yola çıkmadan önce göz göze geldigi Aziz'in arkasından geldigini fark etti ve adımlarını hızlandırdı. Eski okulunda atletizm takımında olmasının avantajlarını kullanıyordu. Okulda kimse onu geçememişti, burada bu aziz de onu yakalayamazdi. Büyük bir hızla koşarken kendini birden bir mezarlıkta buldu. Arkasındaki aziz'de birden bir motor belirmişti. O en küçük motorlardan. Aziz'in Nereden ve ne zaman bulup da bindiğini anlayamadığı motordan kaçmak için mezarliktaki en kuytu köşelerden, em dar yollardan gecti. Ancak nasıl oluyorsa motor sürekli daha yakınında oluyordu. Artık nefesi kesilmeye başlamıştı ki kendini büyük bir boşlukta buldu. Karşısında da motoru üzerinde Aziz duruyordu. Artık kaçacak yerinin kalmadığını anladığında yere çöktü ve ağladı, ağladı, ağladı. Aziz yanına geldi, onu kollarının arasına aldı ve sarıldı, sarıldı, sarıldı...

9 Kasım 2011 Çarşamba

... Dreamscape!

Karanlık bir yokusta dururken birden gök delindi. Büyük bir ışık havayı aydinlatti. Işığın icinden bir şey yaklaşıyordu, geliyordu. Hatta düşüyordu. Arkasında onu takip eden bir alev vardi. Büyük bir hızla üzerimize doğru geliyordu ve biz orada kalacakmış bir halde gökyüzüne bakıyorduk.
Bir süre sonra ileride duran arabanın üzerine kocaman bir kaya düştü. Sanki yıllardır orada duruyormuş gibi doğal bir sekilde oraya kondu. İnsanlar bile bunu acayip karşılamadı. O gökyüzünden yıllar önce kopup gelen bir goktasiydi ve bu cok normal bir surecti. Hep oradaydı ve hep orada olacaktı.
Sonra araştırma malzemesi olacaktı. Üzerine bilimadamlari bir takım pedler yerleştirecek, bir takım ölçümler yapılacaktı. Bu sırada ortaya çıkan sonuclar not edilecek, bir seyler kesfedilecekti. Bütün bunlar o göktaşı arabanın uzerindeyken, o sokaktan hiç kimildatilmadan, halka açık bir sekilde yapılacaktı. Herkes bunu görecek, herkes gidip fotografını çekecekti.

20 Ekim 2011 Perşembe

... On peut!

Paris'te grubun diğer elemanlarından ayrı bir otobüs durağında otururken sokağın karşısında bir galeri gördü. Zamanını anlamsizca oturarak geçirmek yerine galeriye bir göz atmaya karar verdi. Galerinin vitrininin önüne geldiginde kapının kapalı olduğunu fark etti. Pencereden içeri bakarken yanında yaşlı bir adam belirdi ve ona resim yapıp yapmadığını sordu. O da sevdiğini ama yapamadığını söyledi. Yaşlı adam cebinden anahtarları çıkarırken "birşeyi ya da birisini severken onu sevdiğini mi düşünürsün yoksa sadece sever misin?" diye sordu.
Verdigi cevap belliydi. Herkesin vereceği cevapti. Severken sadece seversin!
"alors" dedi yaşlı adam, "si tu aimes, tu peux".

14 Ekim 2011 Cuma

... Bugün yürürken düşünüyordum da sanırım ben bazı seylere artık inanmıyorum. Bu yüzden kendimi kabullenmeye başladım. Artık kendimi zorlamama gerek yok. "ben boyleyim" lafından nefret ederim ama kendi kendime söylüyorum artık bunu.
... Kafamdan geçenleri ne yazmaya ne de seslendirmeye cesaretim oluyo bazen.

11 Ekim 2011 Salı

... Önyargının olmadıgını düşündüğün bi konu seni neden korkutur? Korkmana neden olan o konu değil de hissettiklerin ya da hissetmekten korktukların mıdır acaba?

Bazen olasiliklar bile ürkütür insanı. Olması mümkün gözükmeyen, hatta sadece olmasını düşündüğün seyler.

Ve bazen o noktada ne hissettiğini, ne bildigini ve ne olduğunu bilmeden kendini aslında hiç tanımadığını, hep asıl seni bi yerlerde saklı, kilit altında tuttuğunu düşünürsün.

İste bu, biraz acı verici ve üzücüdur.
... Heyecan!

Heyecanlanmaya başladığım seyler var. Sonucunun ya da gelişiminin ne olduğunu bilmediğim seyler. Bi yola çıktık bakalım denilen seyler. Su anda beni uyutmayip bunları yazdıran seyler.
Yarın için heyecanlıyım.

2 Ekim 2011 Pazar

... extremely loud and incredibly close!

"o gece, o sahnede, o kafatasının içinde kendimi evrendeki her şeye inanılmaz yakın ve aynı zamanda aşırı yalnız hissettim."

30 Eylül 2011 Cuma

... eylül akşamı!

böyle uzaktan bakarsın, bakarsın da hiç bir şey hissetmezsin de hissetmek istersin
sonra hissettiğin zamanları hatırlarsın da son an geçer gözlerinin önünden
herşey akmaya devam eder de sen orada, dışarıda durmaya devam edersin
de birden hissetmek istemezsin de göz göze geldiğin küçük bir an olur ve anlarsın 
anlarsın ki artık zaman geçmiş, bakışlar değişmiş, kalpler yavaş yavaş küçülüp gitmiş
artık kaybetmişsin.

16 Eylül 2011 Cuma

... inside it all feels the same!

sakin ve huzurlu masmavi denizin ortasındaki büyük bir yelkenliydi. 
yelkenlerin indirmiş suyun üzerinde süzülüyordu.
cennet diye tarif ettikleri şeye benziyordu. gerçekten cennet miydi bilinmez.
geri dönüş zamanı geldiğinde o sakinlik kendini büyük bir huzursuzluğa bıraktı. 
tedirginlik yaratan bir rüzgar vardı. ama yine de umutsuzluk yoktu.
yelkenler açıldı, dönüş başladı. 
açık denizden kıyı ilk görüldüğünde bir şeylerin ters gitmeye başlayacığı anlaşılıyordu. 
koydan içeri girerken karanlık basmıştı. oysa ki açık denizde gündüzdü.
karanlık koy belirli aralıklarla aydınlanıyordu. aydınlanıyor, patlıyor. aydınlanıyor, patlıyor.
korku hakim olmaya başlamıştı. panik yelkenlinin üzerindeydi.
açılan yelkenler rüzgarın yardımıyla tekneyi büyük bir hıza ulaştırdı. kontrol edilemez bir hızla koyun içine sürükleniyordu.
koydan içeri girdiği anda büyük bir fırtınanın içinde düştü. durmak imkansızdı. 
emin bir kontrol olsa da ölüm yaklaşıyordu. hissedilen buydu. ölüm.
koydan içeri girdikten sonra kıyıya doğru büyük bir hızla giderken sert bir manevra yaptı. 
sanki deniz ile kara arasında büyük bir şelale vardı ve o şelale yeni bir denize açılıyordu. 
sakin, duru ve huzurlu bir denize.
teknenin manevra yapması ile birlikte düşüş başladı. bir uçurumdan başaşağı düşer gibi bir düşüş. 
son oradaydı ve gittikçe yaklaşıyordu. çarpışma ölümü getirecekti.
gözler açılmıştı. kapatmak mümkün değildi. 
düşüş yavaştı ama aynı zamanda hızlıydı da.
nefesler tutuldu. büyük bir huzura erecekmiş gibi nefes alındı ve o nefes tutuldu. 
huzur çok yakındaydı ama ölüm de çok yakındaydı. hangisinin karşılayacağı bilinmiyordu. 
çarpışma anında müthiş bir mutluluk vardı. bitmiş miydi? yoksa yeni mi başlıyordu?
tekne suya tekrar yerleştiğinde heyecan devam ediyordu ama herşey daha bir yolundaydı sanki. ufak tefek çarpışmalar yaşandı. orada sessiz sakin duran tekneler, bu beklenmedik çarpışmayı sakin karşıladılar. 
panik yoktu artık. 
bir süre sonra kendine gelen duygular yaşamaya devam etmelerine rağmen huzuru bulamadan durgun sularda kaybolanları aradılar ve ölümden uzakta ama korkuyla gözlerini açtılar.

12 Eylül 2011 Pazartesi

...

bütün bir geceyi
uykusuz geçirmene sebep olan şeyleri,
bir nefeste anlatamazsın.
önce içine atarsın,
sonra mı? sonra susarsın.

murathan mungan

10 Eylül 2011 Cumartesi

... ian moone!

hayallerimle yaşıyorum. kendi kendime kaldığım her an hayal kuruyorum ve gerçekleşmeyeceklerini biliyorum. gerçekleşmeleri için bir şey de yapmıyorum ama zaten belki de gerçekleşmelerini de istemiyorum. kendi kendime sürekli acı veriyorum. "her şeyi içimde yaşıyorum". ne istediğimi bilmiyorum. yalnızlığımı kendim yaratıyorum. 
dertleşmek güzel geldi. hiçbir şeyi çözmedi ama iyi geldi.
dertlşemeyi de hayal etmiştim. sahilde, çimenlerin üstünde gözlerimden yaşlar gele gele - ki bu noktada bunun olacağına o kadar eminim ki - anlatıyorum. anlatmak, konuşmak istiyorum. beni anlayacağından değil ama - ki bir noktaya kadar da anlar - sadece onunla konuşmak istediğimden, onun beni gülümsetebileceğini bildiğimden. 
bütün bu zaman onun ağzına sıçan insanken bunları beklemek ne kadar, ne kadar bencilce. ne kadar sömürgeci. bok gibiyim! 
belki de bu yüzden içimde yaşıyorum. belki de hak etmediğim için hayalini kurmakla kalıyorum. 
beynim patlamak üzere. 
hayaller kuruyorum. güzel hayaller. sonra kızıyorum. onunla ilgili kızdığım, sevmediğim şeyler geliyor aklıma. kızıyorum. ona kızıyorum, kendime kızıyorum. 
"ben olsam seninle konuşmazdım". 
belki de ben de!

18 Ağustos 2011 Perşembe

... klor kokusu!

burnumun direğini klor kokusu sarmasına rağmen kendimi iyi hissediyorum. aslında gerçekten sinir bozucu bir his ama içimin rahatlığı bu hissi yok edebiliyor. 
diğer yandan hiçbir şey değişmedi, herşey aynı ama kendimi düne göre daha iyi hissediyorum. 
bütün sinir tavırlarıma ve sabırsızlığıma rağmen iyiyim. 
keşke milyonlarca farklı karakterim olmasaydı, tutarlı olsaydım da hayat daha yaşanabilir olsaydı.

bi de murphy olmasaydı keşke bak onu da saçma buluyorum :)

11 Ağustos 2011 Perşembe

... yol arkadaşım!

herşey 
sevgiden
mi

hiç görmedim, hiç hissetmedim

sürekli susmak, sadece düşünmek

yorucu. ölüm gibi yorucu. 

havada, kollarım açık süzüldüğüm gibi
yere sırtüstü değdiğim gibi
huzur

başka bir şey değil 
istediğim.
... bd!

bu gidişle ben çok yaşamam.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

... dream!

your eyes to the ground and the world spinning round forever
asleep in the sand with the ocean washing over

9 Ağustos 2011 Salı

... s.368!

"Bir tek, yaptıklarımızın bir anlamı vardı; ne dediğimiz, ne düşündüğümüz hiç mi hiç önemli değildi."

14 Temmuz 2011 Perşembe

... çok sıkıcısın gerçekten de!

adele dinlerken kendini yerden yere atma olasılığın çok yüksek ama hiçbir şey hissetmeyince şarkıların da, kızın o güzelim sesi de bir anlam ifade etmiyor. yazık. 
ipod'umdaki şarkıları sürekli değiştiriyorum. hiçbiri birşey ifade etmiyor ve hepsi canımı sıkıyor. hatta sanırım müzik dinlemek bile canımı sıkıyor. of.

bu kadar can sıkıcı biri olacağımı hiç düşünmezdim. kendi canımı sıkıyorum en başta. 

bir de son zamanlarda yeni huyum sosyal ortamlarda kafama birşeyi takmış olduğum için asosyalleşmem ve öylece oturmam. bu ne be!? 


























fabrika ayarlarına geri dönmem lazım :)
... gitsek ya!


5 Temmuz 2011 Salı

... leyla!

içimden gelmiyor aslında. ya da sürekli bir reddediş halindeyim. bilmiyorum. 
hiçbir şey ifade etmediğimin farkındayım. belki de bildiklerim, bildiğimi düşündüklerimin hepsi yanlış. 
ama yine de böyle bir istek ve isteksizlik içindeyim. bir adım ileri atarken, iki adım geri atıyorum.
hep tereddüt. hep hareketsizlik.
rüyalarıma girmesi şaşırtıcı değil ama fazla geliyor bana. kabul etmek istemiyorum. kapıdan geçirmek istemiyorum. girmeye çalışan da yok zaten ama o duyguya bile geçit vermek istemiyorum.
garip. bir o kadar da korkutucu. 
sadece bazen konuşmak isteyebiliyorum. hatta çoğunlukla. konuşmak istiyorum. 
ama öylece duruyorum. hep durduğum ve durmaya devam edeceğim gibi. 

dünya leyla
unutmuş aşk nerde
dönüp durmuş aynı yerde

29 Haziran 2011 Çarşamba

... yürüme!

neredeler ki şimdi, bizim için bir zamanlar yaşamsal önemi olan o ötekiler - nerelere gittiler, nerelerde kaldılar: biz, arıyor, soruyor muyuz onları - neyiz ki biz zaten?! - - Anılar, ve anılar, ve anılar, ve unutmalar, ve unutulmuşluklar...
anılarımızı da unuturuz biz zaten - anımsamalarımız, zaten, unutulmuşluklarımızdır: anımsadıklarımız, zaten, çoktan, unuttuklarımız... ancak unuttuklarımızı anımsarız biz zaten: anılarımızı da, zaten, unuturuz; çoktan, unutmuşuzdur.
unuttuklarımız: nereye giderler acaba, nerededirler? - Öyle, unutulmuşlardır diye, toptan, hepten, çekip gitmiş midirler?
- Hayır, tabii ki, izleriz bizdedir, kalır bizde; kalırlar bizde, hiçbir yere gitmezler, gitmiş değillerdir:-
Unuttuklarımız, unutulmazlar zaten...

oruç aruoba - yürüme

20 Haziran 2011 Pazartesi

... lost in the dark!

birisinin sana yaklaşmasından ne kadar korkabilirsin?
önemli olan o kişinin kim olduğu mudur?
yoksa sana yaklaşılması mıdır?
neden hep duvarlarını sonsuz bir yükseklikte örersin? 
hem de bir anda.
belki de hiçbir şey yokken.
sadece ya olursa diye korkarken.
acaba sadece var olan ilişkilerin bozulmasından mı korkarsın?
peki asıl önemlisi
bu hissin ne zaman biteceğini bilmemen değil midir?...

17 Haziran 2011 Cuma

...too much!

It's too much
Too bright
Too powerful

Too much
Too bright
Too powerful

Too much
Too bright
Too powerful

Too much

30 Mayıs 2011 Pazartesi

... cemal süreya!

"önce sevdiğiniz terk eder sizi, ardından uykunuz. sonra ne sevdiğiniz geri gelir, ne de uykunuz."


hoşuma gitti sadece. 
terk edildiğimden değil. 
bayadır terk edilmem mümkün değil zaten.  
ama yine de doğru demiş cemal süreya. 
hep böyle olmaz mı?...

28 Şubat 2011 Pazartesi

... şiir!
 
bir arkadaşımın ödevi için çektiği fotoğraflardan bir şiir yazmam gerekiyordu. onu buldum.

güçlü değil geçmişin karşısında adam,
kadının yorgunluğu
tanrınınki gibi, uzak bir sonsuzluktan bakar gibi, yaşlı hayatının yansıması
gücünün değil geçmişinin gölgesinde bırakıyor insanı,
insanın yorgunluğu, benim gibi,
ben ve sen gibi, yorgun biz gibi,
nefretin içinde yüzerken, su gibi narin teninde
umudum güçleniyor ama geçmiş hep orada, hep yeni, acılarım batıyor batıyor batıyor,
senin kadınlığın karşısında, benim adamlığım adam değilken,
tanrılaştırdığım vücudunun içinde değilim, insanlığın
tanrınınki gibi yorgun, tanrınınki gibi iyi sanki,
ölümden değil hayattan korkuyorum, hayat kötü bir hayal gibi gözümü her açtığımda karşımda,
orada beni bekleyen sırlarım değil sonsuzluğum, sonsuzluğum benim gibi kocaman bir yalandan ibaret,
ölümüm bağlı ve güçlü, çekiyor içine doğru,
aşkım yaşlı,
ben güçlü ama narinmişim gibi gözlerine bakıyorum,
suyun içinde, narin teninde yüzüyorum,
tanrıya ulaşıyorum, narin teninde
senliğin içinde, narinliğinde, geçmişin gölgesinde...
... ile!

"- Şimdi, hiç durmayacak gibi süren bir yağmur yağıyor - s e n i  d ü ş ü n ü y o r u m.
[-] - 
Sen b e n i m  d ü ş ü n d ü ğ ü m s ü n... 
- Keşke gerçek olabilseydin; o l a m a d ı n - ne yazık ki..."

""Sen yaralısın - ben de senin yaralarını saracak durumda değilim galiba" dedim."

"Yepyeni bir başlangıçtı, senin ile birlikte yaşamak istediğim, yaşamaya giriştiğim - yepyeni ve e n  baştan.- 
Şimdi, bu hayalın ne denli olanaksız olduğunu kavrıyorum, yavaş yavaş (öteki, evet, "paldır küldür"dü!) - kişi geçirdiği koskocaman yaşamın yükünü omuzundan atıp, nasıl "yepyeni", "en baştan" başlasın ki yaşama : sanki "yeniden doğarak" - b u n u istedim ben; olacağı yoktu - zaten (nitekim) olmadı da...
O l a b i l i r miydi? - Bilmiyorum! Ben, hazır olduğumu söylüyorum; ama bundan da tam emin değilim - a r t ı k...
"Sen hızlandırdın" demiştin bana - ben de "Sen yaaşlattın" desem, şimdi; bunun "olsaydı, olurdu" türünden sonucu ne olur, bilmiyorum : sen de aynı hızı tuttursaydın, tutturmak isteseydin - ne olurdu? - - olur muydu?!: H i ç bilmiyorum... 
Olmadı..."

"O ta önceki yerleşik acı artık katılaştı, kalıcı bir ur haline geldi : onunla d a birlikte yaşamayı, onu da katlanmayı öğrenirim herhalde - olmazsa da, olmaz, zaten!... 
En değerli hayalimdin sen, [-] : k e n d i n i  y ı k t ı n!...
-Elden çıkarmak istemediğin gerçekler vardı, herhalde : bir yarım-yamalak felsefecinin hayali lmak ise, istemedin. Oysa, onun, yaşamında bir kez olsun gerçekleştirdiği, gerçek hale getirebildiği tek hayali olabilirdin - hatta, sanıyorum, b u n u istiyordun da... Hayalden gerçekliğe giden yoldaki adımı atmadın - "Kaçtım" dedin... 
İşte : k a ç t ı ğ ı n  k e n d i n d i - belki de, benim gerçekleşen hayalim olabilseydin, kendi en yoğun gerçekliğin de olabilirdin...
Kim bilir, artık - geçti..."
"[-],
benim içinden çıkmaya (hala) çalıştığım, bir ölçüye kadar (da) becerdiğim, toplumsal çerçevenin kurallarına göre davrandın, hala da öyle yapıyorsun. Sana s ö y l e d i k l e r i m i kavrayıp hesaba katacak yerde, benim yaşamımdaki yerini, ikimizin öteki ilişkilerinden oluşan bir çerçeve içinde görüp bu çerçeveye göre davranıyorsun. Oysa benim istediğim (hep anlatmaya çalıştım bunu sana), saf bir ilişkiydi - ö t e k i l e r i dışarıda tutmak da e l i m i z d e y d i: Hem de herhangi bir şeye i h a n e t etmeden...
[...]
Beni yalnızca b e n olarak yaşamında bana gerçekten ait olabilecek bir yere oturtamadın, oturtmadın - belki, oturtmak istemedin. Benim senin için aynı şeyi yapmaya çalışmamın karşısında da hep başka ilişkiler çıkardın - benimkileri de, kendininkileri de...
(İlişkimiz bir hayli yol almış, birçok şey açıklık kazanmışken, birgün - hatırlıyor musun?- "Benden ne istiyorsun?" gibi saçma bir soru bile sorabildin...)
Gerçekten de: Acaba bugün de anlamış, kavramış durumda mısın, senden "ne istediği"mi?... - Benim için (artık, "o zamanlar" demek zorundayım) nasıl bir d ü ş anlamı taşıdığını; nasıl bir yepyeni o l a n a k olduğunu, nasıl özgür bir g e r ç e k olabileceğini?...
O l a b i l m e k... - Olabilemedin, koyu parıltılı gözlü sevgilim benim...-
Ben v a r d ı m; sen, kendini y o k etmeyi seçtin.
[...]
[...] : işte, ben hala v a r ı m; bütün acıları ölçüp biçip tartarak - sense, kayan bir yıldız gibi hızla uzaklaşıyor; son anda da dönüp bir göz kırpıyorsun, yalnızca..."

Oruç Aruoba

25 Şubat 2011 Cuma

... somewhere between waking and sleeping!

Tinkerbell: You know that place between sleep and awake, the place where you can still remember dreaming? That's where I'll always love you, Peter Pan. That's where I'll be waiting.

24 Şubat 2011 Perşembe

... yalnız kalabalıklar!

şeyla niyego'nun yalnız kalabalıklar sergisinin açılışı var bugün. facebook'tan davet geldi. yazan şey hoşuma gitti.

YALNIZ KALABALIKLAR…

Bazen kendimizle baş başa kalıp, içimizde “kalabalıklar” barındırabilir, kendimize yetebiliriz. İçimize döndüğümüzde ise oradaki sonsuz renkleri, tükenmez gücü ve sınırsız enerjiyi keşfederiz. Aslında hiç de yalnız değilizdir. Sadece kendi zenginliğimizin yeni farkına varmışızdır.
Bazen de kalabalıklarda kendimizi yalnız hissederiz, onca kalabalığın içinde yapayalnız…
Yalnızlıkta “KALABALIK” olmak…
Kalabalıklarda “YALNIZ” olmak…
 
sanırım bu sergiyi görmeliyim ama çekinmiyor değilim.
... sen uyurken!

ekşi sözlük'te takip ettiğim "uyumuycam" yazmış çok hoşuma gitti.

"sen uyurken.. koca bi hikaye yaşadım ben, üstüne bi tur düşündüm, bir o kadarını da kurguladım. uyan da balığa gidelim artık.."

18 Şubat 2011 Cuma

... arha!

"... Hissediyordu. Karanlık el, kalbinin üzerindeki, ömür boyu süren hükmünü geri çekmişti. Ama dağlarda olduğu gibi neşelenemiyordu. Başını kollarına gömerek ağladı; yanakları tuzlu ve ıslaktı. İşe yaramaz bir kötülüğe bağımlı geçirdiği, boşa harcanmış yıllarına ağladı. Acı acı ağladı çünkü özgürdü.
Öğrenmeye başladığı şey aslında özgürlüğün yüküydü. Özgürlük ağır bir yüktür, ruhun yüklenmesi gereken büyük ve garip bir sorumluluk. Kolay değildir. Verilen bir armağan değil, yapılan bir seçimdir; bu seçim de zor bir seçim olabilir. Yol, yukarıya, ışığa doğru çıkar; ama yüklü yolcu oraya hiçbir zaman varamayabilir..."

14 Şubat 2011 Pazartesi

... how you doin'?

bu hafta içinde baro tezini verirsem, verdiğimden 10 gün sonra teslim alırım. yani en kötü ihtimalle şubat sonuna denk gelir. mart'ın ilk 15 gününde sunarsam, 23 nisan'da helsinki'ye gidebiliriz bence yoksa bir şüphen mi var? :)

10 Şubat 2011 Perşembe

...

bir gün de güzel şeyler yazsam şuraya ya.
son zamanlarda hep kötü, depresif şeyler yazmışım.
bu halim bile beni sıkıyor.
... II!

bir insandan, onun fotoğrafına bakmaya bile dayanamayacak kadar tiksinmek nedir?
aslında o hissedilen tiksinmek midir, bilmiyorum.
neden bu kadar ağır şeyler hissediyorum bilmiyorum.
belki de sadece kendime kızgınım.


dün, bir kızın bir de erkeğin fotoğraflarına baktım. kızın aslında benden nefret ediyor olması gerek. ne hissediyor bilmiyorum ama ben onun için hiçbir şey hissetmiyorum. acımıyorum bile. ama erkek, o erkek affetmem gereken biri değil. affedilmeyi de hak etmiyor. ondan nefret etmeye hep devam edeceğim. biliyorum ki o hayatı boyunca mutlu olamayacak. dün gece düşünüyordum da, ölse üzülmeyeceğim, cenazesine gitmeyeceğim biri o.

kendimi bildim bileli içimde insanlara karşı negatif duygular taşımam. beni ne kadar üzseler, ne kadar sinirlendirseler de bir şekilde o negatif duyguların içimi sarmasını engellerim. engelleme demeyelim aslında çünkü bilerek yaptığım birşey değildir bu. hep bir şans daha veririm. ya da o kadar çok rahatsız ediyorsa uzaklaşırım. ama nefret etmem.

ama bu iki adamdan o kadar çok nefret ediyorum ki! bu nefretin içinde bir parça kendime olan nefretim de var belki de. işin kötüsü, bir daha görmesem, ölseler, bu dünyadan yok olsalar da, içimdeki bu hissi de alıp götüremeyecekleri için, onların bana miras bıraktıklarıyla ben yaşamaya hep devam edeceğim. elimden sadece bunları bastırmak gelecek...

7 Şubat 2011 Pazartesi

... kısfmet!

bostancı dolmuşundaki sarışın kızın adını öğrenmek istermiş... 

bunu okurken arkada show must go on çalması da pek bir manidar oldu..

uyumam gerek artık. yarın gaziosmanpaşa adliyesi beni bekler!
...

billur hikayesinden bashsetmiştim ya, biraz önce yazdığım yazı aynen bir billur hikayesi olmuş.

aferin bana!
... saçma!

şimdi bayağı saçma bir yazı yazıyorum. hazır mısın?

yazı aslında saçma olan değil, halim. 

kendimi sapık gibi hissediyorum. çocuğu sürekli takip ediyorum. takip ediyorum derken, peşinde dolaşmıyorum. öyle bir imkanım da yok zaten. hem olsa da dolaşmam yani yuh o kadar da manyak değilim. ben twitter'dan, facebook'tan falan takip ediyorum ama tabi ki edindiğim bilgiler de sınırlı. çünkü hiçbirinde arkadaş değiliz. dur bir dakika. biz zaten arkadaş değiliz. tanışmış olmamızın bununla hiçbir ilgisi yok. tanıştık da noldu, yolda karşılaşınca selamlaşmadık bile. ama bak bi kere sınıfa gelmişti, o zaman bir kaç kişi hep beraber geyik yapmıştık ama ben tabi gerizekalının önde gideni olduğum için tekrar ve tekrar saçmalamıştım. yok araba çarptı bana da ehe yok birşey olmadı ehe yok hastaneye gitmedim ne var canım ehe. e be gerizekalı beyinsiz! zaten o araba çarpma muhabbeti ayrıca konuşulacak bir konu ama çocuğun karşısında öyle konuşulur mu?! tabi burada bir parantez açmak da lazım. twitter'ını bu olaydan biraz sonra takip etmeye başladığımda bana araba çarptığı günlerde ona da üçüncü! kez araba çarpmıştı. eh bir de bu konuşma sırasında saçma salak dizilerden de bahsetmiştik. ben nasıl fatmagül'ün suçu ne'yi izlemekten kendimi alıkoyamadığımı utanarak ve aynı zamanda salak salak gülerek anlatırken, o da behsat ç'den bahsetmişti. 

"seviyorum merkez!" baya başarılı ya :) 

neyse ben işte onunla ilk tanıştığımda aynı masada oturmuştuk ama ben o okula adımımı attığımda sessiz sakin ve ezik bir tip haline dönüştüğüm için kendisiyle konuşmamıştım. en azından ben öyle hatırlıyorum. hatta tanıştığımızda ismini bile unutmuştum. bende böyle bir şey var. bunu itiraf etmem gerek. bir insanla tanışırken elini düzgün sıkarım, gözlerinin içine bakarım, gülümserim falan ama isim söylendiği anda kulaklarım sağırlaşır! gerçekten duymuyorum. o anda bütün sesler yok oluyor sanki. kesinlike o anda söylenen ne olursa olsun, eğer isim söyleniyorsa direkt olarak beynim duymuyor. dünyanın en saçma şeyi ama bundan müzdaribim malesef :( 

konumuza geri dönersek ben tabi onun ismini anında sildim kafamdan, yok oldu gitti. ancak onu birisine benzetiyordum. yıllardır buraya yazıp burada anlattığım kişiye. çok acı ama benziyordu. gerçi sonraları benzetmemeye başladım. hatta şimdi baktığımda alakaları bile yok diyebilirim. gerçi ikisini de yüz yılda bir gördüğüm için unutuyor olabilirim suratlarını ama benzemiyorlar eminim. neyse adını bilmiyordum diyelim. sonra bir gün bir arkadaşımın facebook'taki fotoğraflarına baktığımda bir futbol takımı fotoğrafında kendisini gördüm ve o anda adını öğrenmiş oldum. gerçi soyadını bir müddet karıştırdım, ezberleyemedim ama sonra çözdüm. ilginç bir soyadı var zira. işte o anda herşey sapıklığa doğru ilerledi. twitter'ını buldum, facebook'unu buldum. twitter'ı açık olduğu için yazdığı herşeyi görebiliyordum, facebook'ta da belirli şeyleri görebiliyordum. hatta facebook'ta 16 ortak arkadaşımız vardı. bunlardan biri de şu anda benim yakın arkadaşlarımdan ama bu durumu söylemeye çekineceğim biri. aynı liseden mezunlar falan. hatta yakın arkadaşlar anladığım kadarıyla. elimdeki bu bilgilerle kalakaldım. sonra blogunu buldum. zaten twitter'ından bu dönem mezun olmaya çalıştığını öğrenmiştim. bu da demek oluyordu ki onu okulda bir daha göremeyecektim. hem görsem ne olucak konuşucak mıyım?! sanki önceden konuşabildim. hem arkadaşımdan bizi aynı ortama getirmesini de isteyemem çünkü eminim ki kitlenir kalırım. zaten onun arkadaşlarıyla aynı sınıftayım ve bir elektrik kuramadım onlarla. neden bilmiyorum. saçma bir yaratığa dönüşüyorum okulda. neyse çekincelerim çok. saçma salak bir hikaye daha önce de söylediğim gibi. bir şey hissediyor muyum, bilmiyorum. ne hissedebilirim ki, tanımıyorum bile adamı ama beğeniyorum mu diyeyim ne diyeyim bilemedim. bu arada blogunu da buldum, onu da arada okuyorum. çok yazmıyor ama. 

öyle işte ya.

yazmaktan sıkıldım.
...

hayatım tam bir billur hikayesi sanırım lan.
... o değil de!

çok depresif bir blogum var, bunu fark ettim.
... not!

yılbaşında ofisteki patron avukatlardan biri hepimize kupa hediye etmişti. kupanın yanında da bir not vardı. şimdi masamın kenarında tam karşımda duruyor.

"geleceğe umutla bakmanızı sağlayacak mutlu ve esenlik dolu bir yıl dilerim..."

baya umutla bakıyorum geleceğe, öyle böyle değil.

notu her gördüğümde sinirlerim bozuluyor. ya bende bir sorun var ya da... ya dası yok ya. bir sorun var. en azında bana öyle geliyor. göremiyorum ne görmem gerekiyorsa.

dün etiler starbucks'ta arkadaşlarımla otururken konuşmamıza levent diye biri dahil oldu. iki tane kocaman köpeği ile yanımızdaki masaya oturmuştu. köpeklere ilgimizi fark edince hemen bizimle konuşmaya başladı. sonra da bizim kendi aramızdaki konuşmaya dahil oldu. ilk başta saçmalayacak diye düşündük ama çok düzgün ve mantıklı şeyler söyleyince bizim de ilgimizi çekti. konumuzla ilgili olarak söylediği şey büyüklerin bizim hayatta nerede olduğumuzu, nasıl olduğumuzu bizden daha kolay görebildikleriydi. belki de doğruydu. belki de gerçekten herşey bir şekilde anlam kazanmaya başlayacak ama biz daha bunu göremiyoruz. onlar görebiliyorlar ama biz içinde olduğumuz için göremiyoruz. bunu geçenlerde patron da söyledi bana. yaptığın herşeyin karşılığını göreceksin, hiçbir şey boşa gitmeyecek demişti. ben de çok ilgilenmemiştim.

neyse sonuç olarak bir parça da olsa ümidim var ama çok değil, az.
... f&z!

bu hafta harç yatırmam gerekiyormuş. nasıl zor geliyor anlatamam. dersler de başlayacak 1-2 haftaya. onlar da zor geliyor. benim ciddi bir motivasyona ihtiyacım var. aslında benim tatile de ihtiyacım var. o arada baro tezini de vermem gerekiyor. uğraş dur. ne için? ne olacak? hiçbir şey olmayacakmış gibime geliyor. neden diye sorup duruyorum. sıkılıyorum. benim çok ciddi bir şekilde kafamı dinleyip karar vermem gerekiyor. akışına bırakmakla olmuyormuş sanırım.

son zamanlarda sürekli aynı insanı rüyamda görüyorum. tanımadığım ama bildiğim ve hep düşündüğüm biri bu. muhtemelen de doğru düzgün tanışamayacağım ve bir daha da göremeyeceğim biri. böyle olunca onu rüyamda yanımda görmek çok garip geliyor.

çok yorgunum. hep yorgunum. bir şey lazım. bir şey...



I'm sick of just liking people. I wish to God I could meet somebody I could respect...

4 Şubat 2011 Cuma

... simce & ken!

2012 yazında ingiltere'de düğündeyiz :)

1 Şubat 2011 Salı

... home!

sınavlarımdan, ödevlerimden kurtulduğumdan beri eve gidip hiçbir şey yapmıyorum. özellikle bilgisayardan uzak duruyorum. bütün günümü ofiste bilgisayarın başında geçirdiğim düşünüldüğünde doğru bir hareketmiş gibime geliyor. onun yerine kendimi televizyona verdim. artık her akşam babamla beraber oturup dizi izliyoruz. bu çok keyifli. arada kitabımı da okumak, resmimi de yapmak, müziğimi de dinlemek istiyorum ama o kadar yorgun hissediyorum ki kendimi koltuktan kalkıp bunları yapmaya mecalim olmuyor. hayatımın bu iki ekranın karşısında geçmesini istemiyorum ama bunun için bir şey de yapmıyorum. canımı sıkıyor.
sadece eve gitmek istiyorum şu anda.
... nays!

güne sevmediğin, yüzünü görmek istemediğin bir insanın fotoğrafını görerek, hatta yakınlarda da doğum günü olduğunu öğrenerek başlamak güzel değil.

ama güne güzel bir rüya gördükten sonra başlamak güzel. (her ne kadar gerçek olmayacağını bilsen de :))
... suicide by stars!

odada kimse yok.
oturuyorum.
tırnaklarımın kenarlarını yiyorum.
god is an astronaut çalıyor, dinliyorum.
oruç aruoba'nın sözünü okuyorum.
''özlem, gidip görmek istemen ama, gidememen, görememen; gene de, istemen.''
çok da ilgimi çekmiyor.
müzik hızlanıyor.
atuan mezarları'nı çantamdan çıkarıyorum.
yiğit özgür mü okusam diyorum.
ajandama yazılar yazıyorum.
şarkı bitiyor.
atuan mezarları'nı okumaya başlıyorum.
bir şeyler yazmak isteyip de yazamamak ve ekrana boş gözlerle bakmak en kötüsü.

27 Ocak 2011 Perşembe

... all of a sudden i miss everyone!

assos fotoğraflarına bakmak artık beni üzmeye başladı.
hem iki senedir havasını, sesini, kokusunu içime çekememiş olmamdan,
hem sevdiğim insanlarla huzurun tadını çıkaramamış olmamdan,
hem de o muhteşem insanı artık göremeyecek olmamdan..
dolunayın fotoğrafını çekmişler. köyden. o kadar güzel gözüküyor ki. tapınağın tepesinden, arada hiçbir engelin olmadığu bir noktadan dolunaya bakmak.
dolunayı her zaman çok sevmişimdir. benim için her zaman çok özel bir yeri vardır.
assos'ta dolunayın ise bambaşka bir yeri var.
assos'ta dolunay olduğunda, o güzel insanın gece bir ayin düzenlemişçesine denize girmesi, o güzelliğin tadını çıkarması beni etkileyen.
belki de şimdi oradadır...
bir de baileys var. küçücük tiplerken ciddiye alınıp, yetişkinler gibi davanılıp önümüze konulan baileys bardakları.
ne yapacaksın bu hayatta soruları, tavsiyeler.
tam bir abla ama hanım. canım.
"canavar"ın var oluş nedeni.
yazın, assos'un anlamı.
o gittiğinden beri gidilmeyen bir assos.

artık bazı şeylerin değerlerini kaybetmeye başlaması acı verici. bunu hissediyor ve yaşıyor olmak üzücü.
keşke hep beraber olsaydık.
keşke sen hiç gitmeseydin.
keşke hep dolunay olsaydı.

... since i've been loving you!

bir masada oturuyordum. kalabalık bir masa. içkiler gidip geliyor. uzun zamandır görmediğim insanlar çevresinde. onları görünce eski zamanlar geliyor aklıma. hep beraber vakit geçirdiğimiz, hiçbir şeyin umrumuzda olmadığı, en azından öyle gözüktüğü zamanlar geliyor. herşey ne kadar da değişmiş. hepimiz bambaşka insanlar olmuşuz. hiçbir şey eskisi gibi değil. ama ilginç bir şekilde rahatsız edici de değil. hepimiz bir şekilde yeniliklerimize ayak uydurmuşuz. bunun nedeni sanırım değişimlerin aynı anda olması. o zamanlar birisi farklı davranmaya başladığında yadırganıyordu. ne kadar saçma. kimse kimsenin ne hissettiğini, ne yaşadığını, ne düşündüğünü bilmeden hemen yargılamaya başlardı. neyse.
aslında anlatmak istediğim bambaşka bir şeydi. yine konu bambaşka yerlere geldi.
masada oturuyorum. kah gülüyorum, kah susuyorum. hatta bazen benim burada ne işim var bile diyorum ama sonra toparlıyorum. aklıma yoldakiler geliyor. onları görmek istiyorum. heyecanlanıyorum ve bu benim hoşuma gidiyor.
uzun bir beklemeden sonra yolun başında görüyorum, geliyorlar ve ben koşup kocaman sarılıyorum. o kadar özlemişim ki. nasıl anlatılır bilemiyorum. böyle sanki muhteşem bir şey başarmışım da onun mutluluğu içindeyim ya da muhteşem bir sevgi içimi kaplayan. masada oturan herkesten farklı olan bir şey. özlemek ve sevginin karışımı sanki. ama o anda dünyanın en mutlu insanı ben olabilirim.
bazı insanlar vardır hayatında ve o insanlar olsa da olur olmasa da olurdur. hayatından çıkıp gittiklerinde bir kayıp olarak görmezsin. bazı insanlar da vardır. normal bir düzeyde hayatındadırlar. arada bir görüşür, birşeyler paylaşırsın. hayatından çıksalar üzülebilirsin ama bazı insanlar vardır ki en ufak bir ters tepkisi seni öldürür. ya da en ufak bir harekette alınganlaştırır. öyle olmasa bile, bambaşka bir şey hissedersin. üzülürsün, ölürsün. düşünmekten kafayı yersin. işte o insanlar hayatından çıktığında hayatın da durur. bunlar sanki senin varlığını oluşturan hücrenin çekirdeği gibidir. çekirdekten birşey eksildiğinde çekirdek de yok olur. çekirdeğin etrafındakiler teferruattır. yerlerine yenileri gelebilir, yerleri doldurulabilir. ama çekirdek öyle değildir işte.
o çekirdeği oluşturanlar, beni tamamlayanlar.
ve ben onları gördüğümde, onları özlediğimde, onlara sarılıp zıplayabilmek beni dünyanın en mutlu insanı yapabiliyor.

böyle birşeye, böyle bir çekirdeğe sahip olmak çok güzel ve özel birşey.
... my spirit is crying!

geçenlerde çok da tanımadığım biri bana kahve falı baktı. anlamadığım bir şekilde beni o kadar doğru anlattı ki, inanamadım.
insanlar gittikçe daha da yalnızlaşıyorlar sanırım.
ama bu yalnızlaşma sadece kendi içlerinde de değil, sosyal olarak da oluyor sanki. 
artık arkadaşlarla daha az görüşülüyor sanki. böyle olması istendiği için değil, hayat şartları, gündelik yaşam bir müddet sonra bunu getirdiği için. 
herkes bir şeylerin peşinden koşuyor. iş, okul, yaşamını devam ettirebilme dertleri bir şekilde insanı diğerlerinden soyutlaştırıyor. 
ve ben böyle olsun istemiyorum. 
evet bazen istiyorum, bazen yalnız başıma olmak istiyorum ama böyle olsun istemiyorum. hep kalabalık olsun istiyorum. gerçek insanlar etrafımı sarsın istiyorum. gelip geçici, günlük arkadaşlıklar istemiyorum. yani ya tam olsun ya da hiç olmasın gibi. 
hayat böyle yalnızlaştırdığında da işte çok özlüyorum. herkesi özlüyorum.
all of a sudden i miss everyone...
bilmiyorum.
kahve falında arkadaşım "hergün kafanda başka bir sorun oluyor, diğerinden diğerine atlıyorsun. her seferinde bir önceki iz bırakmıyormuş gibi gözükse de bırakıyor" dedi. bu bana çok ilginç geldi çünkü sanırım gerçekten de öyle. dün kafama başka birşeyi takıyorken, bugün başka bir şey düşünüyorum.
"bir ağacın tepesindeyim ve dallardan yukarıyı göremiyorum, aşağı inmem lazım. ancak aşağı indiğimde gökyüzünü görebileceğim." falımda böyle diyordu. ama nasıl? nasıl ineceğim ben o ağacın tepesinden? nasıl göreceğim gökyüzünü. göremediklerimi nasıl göreceğim? bir kaç şeyi aynı anda yapmaya çalışırken ve aslında yaparken, nasıl dengede duracağım? duruyormuşum çünkü. ama buna nasıl devam edeceğim? ya bir gün düşersem?

konudan konuya atlamışım. kafam karışık.
görmem gereken şey ne? neleri kaçırıyorum?
özlüyorum. herkesi. herşeyi.

25 Ocak 2011 Salı

... hazırlanıyorum!

bu akşam, olmadı yarın akşam, tuvalimi boyamaya başlıyorum. kırmızı ya da bordo diye düşündüm. o renge göre boyayı da almam lazım tabi.
sonra modelimi hazırlamam gerek. daha doğrusu kendisinin hazırlanması lazım. saçlarını, makyajını herşeyini. çekime hazır olduğunda başlayabiliriz.
daha sonra bir text bulmam ya da yazmam lazım. kızgınlıklar, öfkeler anlatan. bağırmak istenilenler. ki seçilecek şey önemli.
sonra fotoğrafları tuvale göre bastırmam ve tuvale göre yerleştirmem gerekecek.
yazıları da yazdıktan sonra umarım hayal ettiğim gibi bişi çıkar ortaya.
heyecanlıyım...
buradan modelime selam olsun :)

19 Ocak 2011 Çarşamba

... wait for sleep!

Standing by the window, eyes upon the moon. Hoping that the memory will leave his spirit soon. She shuts the doors and lights and lays her body on the bed where images and words are running deep. She has too much pride to pull the sheets above her head. So quietly she lays and waits for sleep. She stares at the ceiling and tries not to think and pictures the chains she's been trying to link again. But the feeling is gone. And water can't cover her memory. And ashes can't answer her pain. God give me the power to take breath from a breeze and call life from a cold metal frame. In with the ashes or up with the smoke from the fire with wings up in heaven or here, lying in bed palm of her hand to my head. Now and forever curled in my heart and the heart of the world.
...

ne kadar çok şey hayal etmiştim.
ne kadar da umutluydum.
bitince çok mutlu olacağımı sanmıştım.
gerginliğim geçecek ve ben rahatlayacaktım.
bugün içimde sürekli bir rahatsızlık var.
içim sıkılıyor.
üzgünüm.
kızgınım.
dargınım.
içimdeki savaşlar bitmiyor.
huzur gelmiyor.
bugünde bir gariplik var.
hayallerimi gerçekleştirmeye gücüm yok.
isteğim yok.
herşey zorlama, herşey zorlama.
belki de sorun da burada.
bugün geçsin ve herşey güzel olsun, nolur.

17 Ocak 2011 Pazartesi

... vay annesi!

bir efsane sona erdi. çok ilginç. 



14 Ocak 2011 Cuma

... renkli hayallerim var!

yazmış mesela.
yaz olmazsa hayalimin bir anlamı olmaz.
hem kış renkli de değil.
gerçi kışın renkleri de güzeller ama yazın renkleri "renkli".
yazmış mesela.
yüksek tavanlı, pencereleri tavandan yere kadar, duvarları kırmızı tuğlalı evimin salonundayım. yerler parke. ama eskiler biraz. yürürken ses çıkartıyorlar. olsun ben yine de seviyorum o sesi. bugün haftasonu. her yer çok kalabalık olsa gerek. zira bu havada tam tersi olması da beklenemez. giyiniyorum. hayır bugün ayakkabı giymek yok. bugün patenlerimle sahile gidicem. ama o zaman sörf tahtamı nasıl götürürüm bilemiyorum. o zaman bugün sörf yok. bugün patenlerimle sahilde dolaşmak istiyorum. bugün arabalardan uzak olmak, denizi görüp koklamak istiyorum. hem meydanda pazar da kurulmuştur. bir kaç bir şey alabilirim.
sahil çok uzakta değil. hızlıca kayıyorum. özgürlük bu olsa gerek. resmen süzülüyorum. yorulmuşum ama o kadar tatlı bir yorgunluk ki, kaldırım kenarına oturuyorum. sigaramı yakıyorum. deniz karşımda pırıl pırıl ve sakin. bugün istesem de sörf yapamazmışım zaten. otururken bir arkadaşım geliyor yanıma. akşamki oyundan söz ediyoruz. kesinlikle kaçırmayacağımı söylüyorum. öncesinde hep beraber yemek yeriz, yemekte diğer arkadaşımızın yazmış olduğu kitap hakkında fikirlerimizi paylaşırız. kitapla ilgili konuşulacak o kadar çok şey var ki zaten. hem kitabı da geçtim, konuşulacak olan o kitabın onu nasıl mutlu ettiği.
akşamımızı da planladıktan sonra arkadaşım yanımdan ayrılıyor zira provalara yetişmesi gerek. ben de sigaramı bitirerek meydana doğru kaymaya devam ediyorum. pazar çoktan kurulmuş, etraf çok kalabalık. çocuklarını gezdiren aileler, yalnızlar, sevgililer, yaşlılar. herkes orada. herkes o günün huzurunu içlerine çekiyor.
az sonra sahilden gelen tanıdık bir müzik dikkatimi çekiyor. ona doğru gitmeye başlıyorum. kitabı yazan arkadaşım ve erkek arkadaşını görüyorum. beraber gitar çalıyorlar. etrafları kalabalık. muhteşem sesimle eşlik etmeyi teklif ediyorum ama tabi ki reddediyorlar. çok kötü bir sesim var. onları başbaşa ve hayranlarıyla bırakıyorum ve ilerlemeye devam ediyorum. nefes alıyorum. gülümsüyorum.
akşama daha çok var. bir şeyler yapmak zorunda değilim ama eve giresim de yok.
pazarda bir sahaf görüyorum. sakalları bembeyaz ve upuzun bir amca başında. kitapları incelemeye başlıyorum. içlerinden birini beğenip cebime sıkıştırıyorum. yola devam. sahil bitmek bilmiyor. olabildiğince uzaklara gitmek istiyorum. daha sakin bir yerler bulabilirim diye düşünüyorum.
tam o sırada telefonum çalıyor. çocukluk arkadaşım. beni erkek arkadaşıyla yaşadığı evde kahve içmeye davet ediyor. diğerleri de geliyormuş. seviniyorum. ne zamandır görüşemiyorduk. ikisi de kendilerini akademik hayata adamışlardı. yapmaları gereken çok iş vardı ve şu anda özgürdüler. tıpkı benim gibi.
aslında sakin bir kafede kitabımı okuyup çayımı içmek istiyordum ama oraya gidiyorum. hem daha akşama çok var. oraya gittiğimde beni bekleyen asıl süpriz uzaklarda olan arkadaşımızın ziyarete gelmiş olmasıydı. soğuk bir ülkeden sımsıcak bir ülkeye. hasret gidermek böyle bir şey olsa gerek. çok mutluyum.
güzel bir akşamüstünden sonra artık akşamki programa hazırlanmam gerekiyor. yanlarından ayrılıyorum. eve döndüğümde ilk iş ertesi günkü bisiklet programımız için arkadaşımı aramak. onun unutmayacağını bilmeme rağmen teyid etmek için arıyorum. o da benim gibi sabırsızlanıyormuş.
hazırlanıp ve evden çıkıyorum. her zaman yemek yediğimiz o küçük lokantaya gidiyorum. arkadaşlarım öğlenki müzik ziyafetinden sonra çok keyifliler. üzerine kitabı hakkında yaptığımız yorumlar da eklenince mutluluğu bir kat daha artıyor. kitabı ile ilgili olarak küçük bir kaç kitapçıda tanıtım, okuma günü gibi şeyler organize edebileceğimizi söylüyorum. o bunu çoktan halletmiş.
sıra oyuna geldi. sevgili oyuncumuz oyun için erken ayrıldı yanımızdan. onu çok heyecanlandırmamak için aramıyoruz. hemen salona gidiyoruz. salon tıklım tıklım ama bizim yerlerimiz çoktan hazır. oyun başlıyor. büyük bir gururla arkadaşımızı izliyoruz. oyunun sonunda kopan alkışlar da onu çok mutlu ediyor. bunu kutlamamız gerekiyordu. şaraplarımızı alıp sahile gidiyoruz. içiyoruz, içiyoruz, içiyoruz. 
ertesi gün erken kalkıyorum. telefon çalmaya başladığında gözlerim açık ama ben hala uyuyorum. arkadaşım bisikletiyle aşağıda bekliyor. bisikletimi kaptığım gibi aşağı iniyorum ve yola çıkıyoruz. ben ormana gitmek istiyorum, o ise yeni yerler keşfetmek istiyor. elinde bir yerlerden bulduğu bir harita var. canı biraz macera istiyor. ben de reddedemiyorum. akşama kadar şehrin hiç bilmediğimiz yerlerinde dolaşıyoruz. o kadar keyifli ve mutlu bir gün ki keşke fotoğraf makinamı da getirseydim diyorum. akşamüstüne doğru eve döndüğümüzde bugünün ancak bir şekilde tam olarak bitebileceğini düşünüyorum. ama ilk olarak sörf arkadaşımı aramam gerekiyor. telefona sarılıyorum. evde sıkılıyor. arabanın arkasına sörf tahtamı koyduğum gibi yola çıkıyorum, arkadaşımı alıyorum. güneş batmak üzereyken sahile varıyoruz ve kendimizi denize atıyoruz. dalgalarla boğuşuyoruz, gülüyoruz, eğleniyoruz. üzerimize keyifli bir yorgunluk çöküyor. artık eve gitme vakti geldi. 
eve döndüğümde yüzüm gülüyor. kapıyı açtığım anda telefon çalmaya başlıyor. uzaklarda yaşayan evli arkadaşlarımızdan muhteşem bir haber geliyor. işte o an bugün ancak böyle güzel bitebilirdi diyorum kendi kendime.  
... sınırlar!

insanlara kendini kullandırtmayacaksın bu hayatta.
sana bir şeyler yaptırtıyorlarsa da kendini zorlamayacaksın.
sınırsızlığını bilmeyecekler.
sana herşeyi yüklemeyecekler.
çünkü bir gün bir işi yapmak istemediğin zaman, yaptıklarını anında hiçe sayabiliyorlar, silebiliyorlar ve daha da önemlisi seni sinirlendirebiliyorlar.
herkese, kendi sınırlarını belirticeksin, bilecekler.
seni zorlamaya kalkmayacaklar.

13 Ocak 2011 Perşembe

... bir gariplik var ama ne!

bu sabah uyandım. tuvalet doluydu ve ben yine geç kalmıştım. zaten gözlerimi açamıyordum. hayattan nefret ediyordum. çok mutsuz ve huysuzdum. klasik bir sabah.
saçlarım çok pisti ama vaktim de yoktu. o yüzden saçlarımı yıkamaya başladım.
işte o sırada sürekli yaptığım ve yaptığımı bildiğim halde aslında normal gelen hareketin hiç normal olmadığını fark ettim.
kafamda sürekli olmayacak senaryolar kuruyorum.
tanımadığım insanlarla, tanıdıklarımla, kendimle ilgili. o olaylarda vereceğim cevapları hazırlıyorum. böyle dersem böyle algılanır ama bence öbür türlü söylemeliyim diye.
her seferinde bambaşka bir hikaye hatta hayatımla uzaktan yakından alakası olmayan hikayeler. belki de hayatım boyunca hiç bir zaman yaşamayacağım senaryolar. ve ben.
bilemedim...

9 Ocak 2011 Pazar

... yetinmek!

ben sana dayanamam yârim, ben sana aldanamam
ben sana aldanamam yârim, ben sana dayanamam

gecenin başında selamlaştık. sonra ayrı ayrı devam ettik. ne beklenebilirdi ki zaten. bütün gece oturup konuşacak halimiz yoktu. artık çekici de gelmiyordu zaten. yok aslında geliyordu da uzaktan daha iyiydi herşey. arada gözlerle takip ediliyordu. bazen o, bazen ben bakıyordum ama azdı bu bakmalar. zaten çok da olamazdı. herkes kendi eğlencesindeydi. ben kendi masamda insanlarla muhabbet ediyordum, o kendi masasında. çok da farklı bir durum yoktu. özellikle birbirimizden uzak da durmuyorduk ama konumlarımız, ortam bunu gerektiriyordu.
gece ilerledi. sonuna geldi. 
ben artık evime gidiyordum. son olarak ona veda edecektim. o tek başına ayakta telefonuna bakıyordu. omzuna dokundum. nasıl da düşünmeden yapılan hareketlerdi. zaten söz konusu o olunca hiç düşünemiyordum. hiçbir zaman düşünemedim. zaten artık ortada düşünmeyi gerektirecek bir durum da kalmamıştı. aramızdaki problemleri halletmiştik. özürler dilenmişti. geç de olsa büyük bir aşamaydı bence bu, en azından benim için. özürlerini beklediğim kimse benden özür dilememişti ama en sevdiğim, en azından bu zamana kadar en sevdiğim olan benden özür dilemişti. her ne kadar ilk özürü ben dilemiş olsam da, kestirip atmamış, o da benden özür dilemişti. ne değerliydi benim için.
omzuna dokundum, bana döndü. gideceğimin farkındaydı. daha önce başkalarına veda ederken, ben gidiyorum işaretleri yaparken görmüştü zaten. çok yalnız gözüküyordu. bana döndü. yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. şimdi düşünüyorum da, oynuyordu. mutlu falan değildi. yüzünde kocaman bir gülümseme olması onun mutlu olduğu anlamına gelmiyordu, tıpkı benim gibi. 
mutlu yıllar dedi. 
ben de gülerek sana mail atmıştım, mutlu yıllar sana da dedim.
biliyorum, nasılsın, dedi. 
elimle idare eder işareti yaptım. gülmeye devam ediyorduk. 
sen nasılsın?, dedim.
kocaman gülümsemesiyle çok kötüyüm dedi. 
neden?, dedim. 
hayat işte gibi bir şeyler geveledi ağzında. ben de iyi ol dedim. 
öyle olmuyor işte dedi.
öyle olmadığını biliyorum ama yine de sen iyi ol dedim. 
peki dedi gülümseyerek. 
dayanamadım, sarıldım. 
bir şeye ihtiyacın olursa... dedim. ne demekse. sanki beni arayacakmış gibii. ama hayır ben ona onun yanında olduğumu, ona değer verdiğimi ve iyi olmasını hissettirmek istediğim için, destek olmak için öyle dedim.
neyse sonra ayrıldık. ben mekandan çıktım. gülsem mi ağlasam mı ne yapsam bilemedim. 
hissettiğim şey neydi bilemiyorum. arkadaşım bizi dışarıdan izlemişti. ne olduğunu sordu, konuşamadım. geveledim bir şeyler. sanki iki dakika önce olan şeyler yıllar önce olmuştu ve ben hatırlamaya çalışıyordum. 
sonra taksiye bindim. gözlerim doldu. mutluydum. sadece o bir dakikalık zaman bile beni mutlu etmeye yetmişti. uzun zamandır mutluluktan gözlerimin dolduğunu, birşeyler hissedebildiğimi hatırlamıyordum. sahip olamayacağımı bilmeme rağmen, iki sene yaşadıklarım, bana yaşattıkları silinip gitti. ne kadar kızsam da ona, silinip gitti. dayanamadım sildim gitti. herkes için bana göre olmayan adam bana bunları hissettiriyor işte ve ben ne yapayım, dayanamıyorum ama aldanamıyorum da artık. 
sadece onun iyi olmasını istiyorum. benim hayatımla, benimle hiçbir ilgisi olmasa da iyi olsun istiyorum. 
ilk sevgilim ama arkadaşım olanın iyiliğini istediğim gibi, ilk aşkımın da sadece iyiliğini istiyorum. 
benim olmasa da olur. 
herşeye sahip olmak mümkün değil, ben bununla da, onun verdiği bu mutlulukla da yetinirim. 

6 Ocak 2011 Perşembe

...

bir gün okuyacağını bilerek yazıyorum.
ama o anda yazsam kırıcı olabilirdim.

gitmeden önce konuşabildik az çok
beni arayacağını söyledin ama aramadın
napalım artık, keşke görüşebilseydik de..

neyse artık daha sonra belki.
belki 19 mayıs'ta

seviyorum seni.
... uyusam da yıllarca olur mu ki?

bu son zamanlarda başıma gelmeyen kalmadı sanırım.
dizimin ameliyatı, kafamı arabaya çarpmam.. şimdi de bu.
belki çok evhamlıyım, çok takıyorum kafama, belki ufacık bişi, belki de çok önemli. bilmiyorum.
ama kafam bir gün rahat değil! yorgunum sürekli.
belki duygusal bir boşlukta bile olabilirim ama onu da fark etmiyorum. bir bakıma güzel, bir bakıma kötü. kendimi dinleyemiyorum çünkü.
neyse ben biraz yoruldum sanki.
şuraya kıvrılsam uyusam ya biraz...

bir de baya beddua etmemişsin gerçekten.
ismail yk'dan gelsin o zaman, allah belanı versin :P
... üstünü örttüm!

evet demek ki ne kadar kırgın olsan da, kırgınlığını unutup aramak iyiymiş. sesini duyup konuşmak. en azından bunun pişmanlığı ile yaşamamak adına.

5 Ocak 2011 Çarşamba

... aman doktor!

aman doktor son yazısında o kadar güzel anlatmış ki. 

ben artık umursamıyorum bazı şeyleri. nötr, duygusuz oldum. bazen kırkınlıklarıyla savaşırken buluyorum kendimi ama sonra geçiyor. yapabileceğim pek bir şey yok. 

bazen aman doktor'un dediği gibi oluyor işte. 

ama bazen de sadece kendi tarafımızdan baktığımızı düşünüyorum. karşı tarafın da aklından neler geçiyor acaba. binbir türlü şey. o da belki bizden şikayetçi. kimse masum değil. tabi öyle olduklarını düşünenler de var, yok değil. neyse. 

hiç özelimiz kalmadı di mi aman doktor? buraya istediklerimizi açık açık yazamıyoruz artık. ben mesela şu anda sayfalarca yazı yazmak istiyorum ama yazamıyorum. sırf kalp kırmak istemediğim için, sırf olayın diğer tarafından bakabilmiş olmayı unutmamak için. gerek yok be bunlara. hayat sana bunları öğretiyor bir süre sonra.

4 Ocak 2011 Salı

... şimdi işte sana gülümseyebiliyorum!

tam olarak ne hissettiğimi bilmiyorum. zafer mi, rahatlama mı, yoksa başka bir şey mi? oysa ki bunun bir savaş olmaması gerekirdi.
ama sanırım uzun zamandır hayatıma girip beni kırmış olanlardan hep beklediğim şeyi yapmış olması onu farklı kılıyor. özür dilemesi. aslında sadece özür dilemesi de değil, özür dilerkenki tavrı da değerli. bazı şeylerin sorumluluğunu almış olması.
ne yalan söyleyeyim hoşuma gitti. ve evet rahatlattı.
en azından kapanış tam yapılmış oldu. gönüller alındı.
şimdi artık gerçekten de "it was so real" diyebilirim.

zaman geçiyor, herkes birşeyler yaşıyor, birşeyler öğreniyor.
"umarım başkası da seni böyle yarı yolda bırakır" suçlamaları karşısında aslında ondan çok daha önce yarı yolda bırakılmış olduğumu söylemeden gülümsemek de böyle birşey sanırım. şimdi öyle olmuş olsa bile gönlümün alınmış olması yeterli geliyor.
işin garibi, başka insanlarla yaşadığımız şeyler, başka insanlarla başka şekillerde tekrar yaşanıyor olması. ya da en azından bana öyle geliyor.

neyse çok fazla uzatmaya gerek yok sanırım.
sadece gülümsüyorum şimdi. beni anladığın için gülümsüyorum. hep bunu istemiştim ben de zaten...

Bu Blogda Ara