28 Şubat 2011 Pazartesi

... şiir!
 
bir arkadaşımın ödevi için çektiği fotoğraflardan bir şiir yazmam gerekiyordu. onu buldum.

güçlü değil geçmişin karşısında adam,
kadının yorgunluğu
tanrınınki gibi, uzak bir sonsuzluktan bakar gibi, yaşlı hayatının yansıması
gücünün değil geçmişinin gölgesinde bırakıyor insanı,
insanın yorgunluğu, benim gibi,
ben ve sen gibi, yorgun biz gibi,
nefretin içinde yüzerken, su gibi narin teninde
umudum güçleniyor ama geçmiş hep orada, hep yeni, acılarım batıyor batıyor batıyor,
senin kadınlığın karşısında, benim adamlığım adam değilken,
tanrılaştırdığım vücudunun içinde değilim, insanlığın
tanrınınki gibi yorgun, tanrınınki gibi iyi sanki,
ölümden değil hayattan korkuyorum, hayat kötü bir hayal gibi gözümü her açtığımda karşımda,
orada beni bekleyen sırlarım değil sonsuzluğum, sonsuzluğum benim gibi kocaman bir yalandan ibaret,
ölümüm bağlı ve güçlü, çekiyor içine doğru,
aşkım yaşlı,
ben güçlü ama narinmişim gibi gözlerine bakıyorum,
suyun içinde, narin teninde yüzüyorum,
tanrıya ulaşıyorum, narin teninde
senliğin içinde, narinliğinde, geçmişin gölgesinde...
... ile!

"- Şimdi, hiç durmayacak gibi süren bir yağmur yağıyor - s e n i  d ü ş ü n ü y o r u m.
[-] - 
Sen b e n i m  d ü ş ü n d ü ğ ü m s ü n... 
- Keşke gerçek olabilseydin; o l a m a d ı n - ne yazık ki..."

""Sen yaralısın - ben de senin yaralarını saracak durumda değilim galiba" dedim."

"Yepyeni bir başlangıçtı, senin ile birlikte yaşamak istediğim, yaşamaya giriştiğim - yepyeni ve e n  baştan.- 
Şimdi, bu hayalın ne denli olanaksız olduğunu kavrıyorum, yavaş yavaş (öteki, evet, "paldır küldür"dü!) - kişi geçirdiği koskocaman yaşamın yükünü omuzundan atıp, nasıl "yepyeni", "en baştan" başlasın ki yaşama : sanki "yeniden doğarak" - b u n u istedim ben; olacağı yoktu - zaten (nitekim) olmadı da...
O l a b i l i r miydi? - Bilmiyorum! Ben, hazır olduğumu söylüyorum; ama bundan da tam emin değilim - a r t ı k...
"Sen hızlandırdın" demiştin bana - ben de "Sen yaaşlattın" desem, şimdi; bunun "olsaydı, olurdu" türünden sonucu ne olur, bilmiyorum : sen de aynı hızı tuttursaydın, tutturmak isteseydin - ne olurdu? - - olur muydu?!: H i ç bilmiyorum... 
Olmadı..."

"O ta önceki yerleşik acı artık katılaştı, kalıcı bir ur haline geldi : onunla d a birlikte yaşamayı, onu da katlanmayı öğrenirim herhalde - olmazsa da, olmaz, zaten!... 
En değerli hayalimdin sen, [-] : k e n d i n i  y ı k t ı n!...
-Elden çıkarmak istemediğin gerçekler vardı, herhalde : bir yarım-yamalak felsefecinin hayali lmak ise, istemedin. Oysa, onun, yaşamında bir kez olsun gerçekleştirdiği, gerçek hale getirebildiği tek hayali olabilirdin - hatta, sanıyorum, b u n u istiyordun da... Hayalden gerçekliğe giden yoldaki adımı atmadın - "Kaçtım" dedin... 
İşte : k a ç t ı ğ ı n  k e n d i n d i - belki de, benim gerçekleşen hayalim olabilseydin, kendi en yoğun gerçekliğin de olabilirdin...
Kim bilir, artık - geçti..."
"[-],
benim içinden çıkmaya (hala) çalıştığım, bir ölçüye kadar (da) becerdiğim, toplumsal çerçevenin kurallarına göre davrandın, hala da öyle yapıyorsun. Sana s ö y l e d i k l e r i m i kavrayıp hesaba katacak yerde, benim yaşamımdaki yerini, ikimizin öteki ilişkilerinden oluşan bir çerçeve içinde görüp bu çerçeveye göre davranıyorsun. Oysa benim istediğim (hep anlatmaya çalıştım bunu sana), saf bir ilişkiydi - ö t e k i l e r i dışarıda tutmak da e l i m i z d e y d i: Hem de herhangi bir şeye i h a n e t etmeden...
[...]
Beni yalnızca b e n olarak yaşamında bana gerçekten ait olabilecek bir yere oturtamadın, oturtmadın - belki, oturtmak istemedin. Benim senin için aynı şeyi yapmaya çalışmamın karşısında da hep başka ilişkiler çıkardın - benimkileri de, kendininkileri de...
(İlişkimiz bir hayli yol almış, birçok şey açıklık kazanmışken, birgün - hatırlıyor musun?- "Benden ne istiyorsun?" gibi saçma bir soru bile sorabildin...)
Gerçekten de: Acaba bugün de anlamış, kavramış durumda mısın, senden "ne istediği"mi?... - Benim için (artık, "o zamanlar" demek zorundayım) nasıl bir d ü ş anlamı taşıdığını; nasıl bir yepyeni o l a n a k olduğunu, nasıl özgür bir g e r ç e k olabileceğini?...
O l a b i l m e k... - Olabilemedin, koyu parıltılı gözlü sevgilim benim...-
Ben v a r d ı m; sen, kendini y o k etmeyi seçtin.
[...]
[...] : işte, ben hala v a r ı m; bütün acıları ölçüp biçip tartarak - sense, kayan bir yıldız gibi hızla uzaklaşıyor; son anda da dönüp bir göz kırpıyorsun, yalnızca..."

Oruç Aruoba

25 Şubat 2011 Cuma

... somewhere between waking and sleeping!

Tinkerbell: You know that place between sleep and awake, the place where you can still remember dreaming? That's where I'll always love you, Peter Pan. That's where I'll be waiting.

24 Şubat 2011 Perşembe

... yalnız kalabalıklar!

şeyla niyego'nun yalnız kalabalıklar sergisinin açılışı var bugün. facebook'tan davet geldi. yazan şey hoşuma gitti.

YALNIZ KALABALIKLAR…

Bazen kendimizle baş başa kalıp, içimizde “kalabalıklar” barındırabilir, kendimize yetebiliriz. İçimize döndüğümüzde ise oradaki sonsuz renkleri, tükenmez gücü ve sınırsız enerjiyi keşfederiz. Aslında hiç de yalnız değilizdir. Sadece kendi zenginliğimizin yeni farkına varmışızdır.
Bazen de kalabalıklarda kendimizi yalnız hissederiz, onca kalabalığın içinde yapayalnız…
Yalnızlıkta “KALABALIK” olmak…
Kalabalıklarda “YALNIZ” olmak…
 
sanırım bu sergiyi görmeliyim ama çekinmiyor değilim.
... sen uyurken!

ekşi sözlük'te takip ettiğim "uyumuycam" yazmış çok hoşuma gitti.

"sen uyurken.. koca bi hikaye yaşadım ben, üstüne bi tur düşündüm, bir o kadarını da kurguladım. uyan da balığa gidelim artık.."

18 Şubat 2011 Cuma

... arha!

"... Hissediyordu. Karanlık el, kalbinin üzerindeki, ömür boyu süren hükmünü geri çekmişti. Ama dağlarda olduğu gibi neşelenemiyordu. Başını kollarına gömerek ağladı; yanakları tuzlu ve ıslaktı. İşe yaramaz bir kötülüğe bağımlı geçirdiği, boşa harcanmış yıllarına ağladı. Acı acı ağladı çünkü özgürdü.
Öğrenmeye başladığı şey aslında özgürlüğün yüküydü. Özgürlük ağır bir yüktür, ruhun yüklenmesi gereken büyük ve garip bir sorumluluk. Kolay değildir. Verilen bir armağan değil, yapılan bir seçimdir; bu seçim de zor bir seçim olabilir. Yol, yukarıya, ışığa doğru çıkar; ama yüklü yolcu oraya hiçbir zaman varamayabilir..."

14 Şubat 2011 Pazartesi

... how you doin'?

bu hafta içinde baro tezini verirsem, verdiğimden 10 gün sonra teslim alırım. yani en kötü ihtimalle şubat sonuna denk gelir. mart'ın ilk 15 gününde sunarsam, 23 nisan'da helsinki'ye gidebiliriz bence yoksa bir şüphen mi var? :)

10 Şubat 2011 Perşembe

...

bir gün de güzel şeyler yazsam şuraya ya.
son zamanlarda hep kötü, depresif şeyler yazmışım.
bu halim bile beni sıkıyor.
... II!

bir insandan, onun fotoğrafına bakmaya bile dayanamayacak kadar tiksinmek nedir?
aslında o hissedilen tiksinmek midir, bilmiyorum.
neden bu kadar ağır şeyler hissediyorum bilmiyorum.
belki de sadece kendime kızgınım.


dün, bir kızın bir de erkeğin fotoğraflarına baktım. kızın aslında benden nefret ediyor olması gerek. ne hissediyor bilmiyorum ama ben onun için hiçbir şey hissetmiyorum. acımıyorum bile. ama erkek, o erkek affetmem gereken biri değil. affedilmeyi de hak etmiyor. ondan nefret etmeye hep devam edeceğim. biliyorum ki o hayatı boyunca mutlu olamayacak. dün gece düşünüyordum da, ölse üzülmeyeceğim, cenazesine gitmeyeceğim biri o.

kendimi bildim bileli içimde insanlara karşı negatif duygular taşımam. beni ne kadar üzseler, ne kadar sinirlendirseler de bir şekilde o negatif duyguların içimi sarmasını engellerim. engelleme demeyelim aslında çünkü bilerek yaptığım birşey değildir bu. hep bir şans daha veririm. ya da o kadar çok rahatsız ediyorsa uzaklaşırım. ama nefret etmem.

ama bu iki adamdan o kadar çok nefret ediyorum ki! bu nefretin içinde bir parça kendime olan nefretim de var belki de. işin kötüsü, bir daha görmesem, ölseler, bu dünyadan yok olsalar da, içimdeki bu hissi de alıp götüremeyecekleri için, onların bana miras bıraktıklarıyla ben yaşamaya hep devam edeceğim. elimden sadece bunları bastırmak gelecek...

7 Şubat 2011 Pazartesi

... kısfmet!

bostancı dolmuşundaki sarışın kızın adını öğrenmek istermiş... 

bunu okurken arkada show must go on çalması da pek bir manidar oldu..

uyumam gerek artık. yarın gaziosmanpaşa adliyesi beni bekler!
...

billur hikayesinden bashsetmiştim ya, biraz önce yazdığım yazı aynen bir billur hikayesi olmuş.

aferin bana!
... saçma!

şimdi bayağı saçma bir yazı yazıyorum. hazır mısın?

yazı aslında saçma olan değil, halim. 

kendimi sapık gibi hissediyorum. çocuğu sürekli takip ediyorum. takip ediyorum derken, peşinde dolaşmıyorum. öyle bir imkanım da yok zaten. hem olsa da dolaşmam yani yuh o kadar da manyak değilim. ben twitter'dan, facebook'tan falan takip ediyorum ama tabi ki edindiğim bilgiler de sınırlı. çünkü hiçbirinde arkadaş değiliz. dur bir dakika. biz zaten arkadaş değiliz. tanışmış olmamızın bununla hiçbir ilgisi yok. tanıştık da noldu, yolda karşılaşınca selamlaşmadık bile. ama bak bi kere sınıfa gelmişti, o zaman bir kaç kişi hep beraber geyik yapmıştık ama ben tabi gerizekalının önde gideni olduğum için tekrar ve tekrar saçmalamıştım. yok araba çarptı bana da ehe yok birşey olmadı ehe yok hastaneye gitmedim ne var canım ehe. e be gerizekalı beyinsiz! zaten o araba çarpma muhabbeti ayrıca konuşulacak bir konu ama çocuğun karşısında öyle konuşulur mu?! tabi burada bir parantez açmak da lazım. twitter'ını bu olaydan biraz sonra takip etmeye başladığımda bana araba çarptığı günlerde ona da üçüncü! kez araba çarpmıştı. eh bir de bu konuşma sırasında saçma salak dizilerden de bahsetmiştik. ben nasıl fatmagül'ün suçu ne'yi izlemekten kendimi alıkoyamadığımı utanarak ve aynı zamanda salak salak gülerek anlatırken, o da behsat ç'den bahsetmişti. 

"seviyorum merkez!" baya başarılı ya :) 

neyse ben işte onunla ilk tanıştığımda aynı masada oturmuştuk ama ben o okula adımımı attığımda sessiz sakin ve ezik bir tip haline dönüştüğüm için kendisiyle konuşmamıştım. en azından ben öyle hatırlıyorum. hatta tanıştığımızda ismini bile unutmuştum. bende böyle bir şey var. bunu itiraf etmem gerek. bir insanla tanışırken elini düzgün sıkarım, gözlerinin içine bakarım, gülümserim falan ama isim söylendiği anda kulaklarım sağırlaşır! gerçekten duymuyorum. o anda bütün sesler yok oluyor sanki. kesinlike o anda söylenen ne olursa olsun, eğer isim söyleniyorsa direkt olarak beynim duymuyor. dünyanın en saçma şeyi ama bundan müzdaribim malesef :( 

konumuza geri dönersek ben tabi onun ismini anında sildim kafamdan, yok oldu gitti. ancak onu birisine benzetiyordum. yıllardır buraya yazıp burada anlattığım kişiye. çok acı ama benziyordu. gerçi sonraları benzetmemeye başladım. hatta şimdi baktığımda alakaları bile yok diyebilirim. gerçi ikisini de yüz yılda bir gördüğüm için unutuyor olabilirim suratlarını ama benzemiyorlar eminim. neyse adını bilmiyordum diyelim. sonra bir gün bir arkadaşımın facebook'taki fotoğraflarına baktığımda bir futbol takımı fotoğrafında kendisini gördüm ve o anda adını öğrenmiş oldum. gerçi soyadını bir müddet karıştırdım, ezberleyemedim ama sonra çözdüm. ilginç bir soyadı var zira. işte o anda herşey sapıklığa doğru ilerledi. twitter'ını buldum, facebook'unu buldum. twitter'ı açık olduğu için yazdığı herşeyi görebiliyordum, facebook'ta da belirli şeyleri görebiliyordum. hatta facebook'ta 16 ortak arkadaşımız vardı. bunlardan biri de şu anda benim yakın arkadaşlarımdan ama bu durumu söylemeye çekineceğim biri. aynı liseden mezunlar falan. hatta yakın arkadaşlar anladığım kadarıyla. elimdeki bu bilgilerle kalakaldım. sonra blogunu buldum. zaten twitter'ından bu dönem mezun olmaya çalıştığını öğrenmiştim. bu da demek oluyordu ki onu okulda bir daha göremeyecektim. hem görsem ne olucak konuşucak mıyım?! sanki önceden konuşabildim. hem arkadaşımdan bizi aynı ortama getirmesini de isteyemem çünkü eminim ki kitlenir kalırım. zaten onun arkadaşlarıyla aynı sınıftayım ve bir elektrik kuramadım onlarla. neden bilmiyorum. saçma bir yaratığa dönüşüyorum okulda. neyse çekincelerim çok. saçma salak bir hikaye daha önce de söylediğim gibi. bir şey hissediyor muyum, bilmiyorum. ne hissedebilirim ki, tanımıyorum bile adamı ama beğeniyorum mu diyeyim ne diyeyim bilemedim. bu arada blogunu da buldum, onu da arada okuyorum. çok yazmıyor ama. 

öyle işte ya.

yazmaktan sıkıldım.
...

hayatım tam bir billur hikayesi sanırım lan.
... o değil de!

çok depresif bir blogum var, bunu fark ettim.
... not!

yılbaşında ofisteki patron avukatlardan biri hepimize kupa hediye etmişti. kupanın yanında da bir not vardı. şimdi masamın kenarında tam karşımda duruyor.

"geleceğe umutla bakmanızı sağlayacak mutlu ve esenlik dolu bir yıl dilerim..."

baya umutla bakıyorum geleceğe, öyle böyle değil.

notu her gördüğümde sinirlerim bozuluyor. ya bende bir sorun var ya da... ya dası yok ya. bir sorun var. en azında bana öyle geliyor. göremiyorum ne görmem gerekiyorsa.

dün etiler starbucks'ta arkadaşlarımla otururken konuşmamıza levent diye biri dahil oldu. iki tane kocaman köpeği ile yanımızdaki masaya oturmuştu. köpeklere ilgimizi fark edince hemen bizimle konuşmaya başladı. sonra da bizim kendi aramızdaki konuşmaya dahil oldu. ilk başta saçmalayacak diye düşündük ama çok düzgün ve mantıklı şeyler söyleyince bizim de ilgimizi çekti. konumuzla ilgili olarak söylediği şey büyüklerin bizim hayatta nerede olduğumuzu, nasıl olduğumuzu bizden daha kolay görebildikleriydi. belki de doğruydu. belki de gerçekten herşey bir şekilde anlam kazanmaya başlayacak ama biz daha bunu göremiyoruz. onlar görebiliyorlar ama biz içinde olduğumuz için göremiyoruz. bunu geçenlerde patron da söyledi bana. yaptığın herşeyin karşılığını göreceksin, hiçbir şey boşa gitmeyecek demişti. ben de çok ilgilenmemiştim.

neyse sonuç olarak bir parça da olsa ümidim var ama çok değil, az.
... f&z!

bu hafta harç yatırmam gerekiyormuş. nasıl zor geliyor anlatamam. dersler de başlayacak 1-2 haftaya. onlar da zor geliyor. benim ciddi bir motivasyona ihtiyacım var. aslında benim tatile de ihtiyacım var. o arada baro tezini de vermem gerekiyor. uğraş dur. ne için? ne olacak? hiçbir şey olmayacakmış gibime geliyor. neden diye sorup duruyorum. sıkılıyorum. benim çok ciddi bir şekilde kafamı dinleyip karar vermem gerekiyor. akışına bırakmakla olmuyormuş sanırım.

son zamanlarda sürekli aynı insanı rüyamda görüyorum. tanımadığım ama bildiğim ve hep düşündüğüm biri bu. muhtemelen de doğru düzgün tanışamayacağım ve bir daha da göremeyeceğim biri. böyle olunca onu rüyamda yanımda görmek çok garip geliyor.

çok yorgunum. hep yorgunum. bir şey lazım. bir şey...



I'm sick of just liking people. I wish to God I could meet somebody I could respect...

4 Şubat 2011 Cuma

... simce & ken!

2012 yazında ingiltere'de düğündeyiz :)

1 Şubat 2011 Salı

... home!

sınavlarımdan, ödevlerimden kurtulduğumdan beri eve gidip hiçbir şey yapmıyorum. özellikle bilgisayardan uzak duruyorum. bütün günümü ofiste bilgisayarın başında geçirdiğim düşünüldüğünde doğru bir hareketmiş gibime geliyor. onun yerine kendimi televizyona verdim. artık her akşam babamla beraber oturup dizi izliyoruz. bu çok keyifli. arada kitabımı da okumak, resmimi de yapmak, müziğimi de dinlemek istiyorum ama o kadar yorgun hissediyorum ki kendimi koltuktan kalkıp bunları yapmaya mecalim olmuyor. hayatımın bu iki ekranın karşısında geçmesini istemiyorum ama bunun için bir şey de yapmıyorum. canımı sıkıyor.
sadece eve gitmek istiyorum şu anda.
... nays!

güne sevmediğin, yüzünü görmek istemediğin bir insanın fotoğrafını görerek, hatta yakınlarda da doğum günü olduğunu öğrenerek başlamak güzel değil.

ama güne güzel bir rüya gördükten sonra başlamak güzel. (her ne kadar gerçek olmayacağını bilsen de :))
... suicide by stars!

odada kimse yok.
oturuyorum.
tırnaklarımın kenarlarını yiyorum.
god is an astronaut çalıyor, dinliyorum.
oruç aruoba'nın sözünü okuyorum.
''özlem, gidip görmek istemen ama, gidememen, görememen; gene de, istemen.''
çok da ilgimi çekmiyor.
müzik hızlanıyor.
atuan mezarları'nı çantamdan çıkarıyorum.
yiğit özgür mü okusam diyorum.
ajandama yazılar yazıyorum.
şarkı bitiyor.
atuan mezarları'nı okumaya başlıyorum.
bir şeyler yazmak isteyip de yazamamak ve ekrana boş gözlerle bakmak en kötüsü.

Bu Blogda Ara