27 Şubat 2010 Cumartesi

... yaktın beni ceu!

bana telefonla oral exam yapmayı teklif eden sevgili eva,

sana buradan sesleniyorum. belki görürsün, merak eder, okumak istersin. ama kusura bakma tercümesini de yapamam. zaten senin için çok şey yaptım. kağıtlar yolladım, başvuru yaptım. budapeşte çok güzel bir yer dedim, geleyim göreyim dedim, size para kazandırayım dedim. yok ama sen bunu kabul etmedin. bilgi birikimin bu yaz okulu için yeterli değil dedin. pekala eva, o zaman sana bir soru. ben avrupa birliği hakkında muhteşem bir bilgi birikimine sahip olsam, neden sana geleyim, o kadar yol katedeyim, o kadar para harciyim? hadi eva cevap ver canım. 

aslında sana kızmıyorum, ben bu sisteme kızıyorum. sen de bir emir kulusun sonuçta. sana kalsa direkt gelirdim ben değil mi? bence biz seninle birbirimizi çok sevicez, çok iyi anlaşıcaz. ama marie-pierre'le ne kadar anlaşabilicez onu bilemiyorum. hem ne biçim bi isim o? 

neyse sen benim derdimi anladın. muhtemelen ben bu sınav olayını kabul edicem ama yine de siz bilirsiniz, bence tekrar bi düşünün. 

söyle bunları marie'ciğime o da bilsin. 

herkese selamlar
öptüm kendine iyi bak bye

26 Şubat 2010 Cuma

... ellerim eski sevgili kokuyor!

biraz önce bir şey fark ettim.
sanırım benim eski erkek arkadaşlarımı sevmemin tek nedeni onların kullandıkları parfümlerin ya da kendi kokularının çok güzel olması. düşündüğümde onları sevmemin başka mantıklı bir nedenini bulamıyorum şu anda. gerçi mantıklı bir neden arıyor olmam da ayrı bir tartışma konusu olabilir. 
aslında demek istediğim şudur ki; calvin kline crave dünyanın en güzel kokusudur.

25 Şubat 2010 Perşembe

... herkes gibi!


seni ne özledim ne de sürekli aklımdan geçiriyorum.
o zaman neden yazıyorum?

kızdırdın beni.
sana duyduğum saygıyı bir anda yok ettin.
sen ki hepsinden farklı olandın, belki de daha iyisi olmayandın.
şimdi fark ediyorum ki aslında sen de onlardan farksız değildin.
 
sana hiç toz kondurmadım.
ama o böyleydi, ama o öyle düşünüyordu, öyle hissediyordu...
aslında senin onlardan hiç bir farkın yoktu.
benim de olmadığı gibi.

seni özlemiyorum, aklıma bile gelmiyorsun, gerçekten!
ama bugün kızdım sana.
bana herhangi bir insanmışım gibi davranmana kızdım.
seninle hala bir şeyler paylaşabiliyor olmayı istediğim halde ve bunu senin de kabul etmiş olmana rağmen... olmadı!

gerçekten şu anda hayatımda olmamanın bir nedeni varmış. gerçekten seni özlemiyor olmamın, düşünmüyor olmamın bir nedeni varmış.

üzgünüm. artık sen de herkes gibisin...


Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.

Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.

... hayatımda olmasan da olur insanları!

biraz sert olacak belki ama...

bazı insanların hayatımızda olmasının, bazı insanların da zaman geçtikçe, bir olay ya da bir neden olmaksızın, hayatımızdan çıkmasının bilmediğimiz ama hissettiğimiz bir nedeni var sanırım. bunu hiç bir zaman açıkça kendimize söyleyemeyiz belki, hatta bunu düşünmeyiz bile. ama zaman geçtikçe o insanın hayatımızda yavaş yavaş, azalarak yok olduğunu gördüğümüzde bir noktada bunun olması gerek olduğunu görüp anlayabiliyoruz sanırım. 

artık o insanın hayatımızda yeri olmadığında, onun eksikliğini bile fark etmediğimizde, bir noktada onun yok olduğunu kendimize söylediğimizde, bir şey hissedemiyor olabiliyoruz.

olmasa da olur gibi sanırım... olsa da fark etmez gibi... 

üzücü ama gerçek.

hayatımızda olmak isteyenle zaten bütün bir hayatı paylaşıyoruz. belki de daha fazlasına gerek yok.

21 Şubat 2010 Pazar

... 12 yıl 3 ay sonra!

harry: i love you.
sally: how do you expect me to respond to this?
harry: how about you love me, too?
sally: how about, i'm leaving.
harry: doesn't what i said mean anything to you?
sally: i'm sorry, harry. i know it's new year's eve. i know you're feeling lonely, but you just can't show up here, tell me you love me, and expect that to make everything all right. it doesn't work this way.
harry: well, how does it work?
sally: i don't know, but not this way.
harry: how about this way? i love that you get cold when it's seventy-one degrees out. i love that it takes you an hour and a half to order a sandwich. i love that you get a little crinkle above your nose when you're lookin' at me like i'm nuts. i love that after i spend the day with you, i can still smell your perfume on my clothes. and i love that you are the last person i want to talk to before i go to sleep at night. and it's not because i'm lonely. and it's not because it's new year's eve. i came here tonight because when you realize you want to spend the rest of your life with somebody, you want the rest of your life to start as soon as possible.
sally: (feeling manipulated but also melting) you see. that is just like you, harry. you say things like that, and you make it impossible for me to hate you, and i hate you, harry. i really hate you. i hate you.

... paralel evren ve gerçeklik arasında sıkışıp kaldım!

dün gece uyuyamadım yine. hayaller kurdum, düşündüm durdum. düşünmemem gereken bir şeyi düşündüm. ama kendimi de hiç engellemedim. yani biliyorum yanlış olduğunu ama bunu söyleyen sesleri hiç ama hiç duymadan hayallerden hayallere geçtim. o kadar güzel geldi ki o hayalleri kurmak. saçma ve olmaması gereken hayaller ama ben yine de kurdum. "yine uyuyamıyorsun, hem de bu yüzden" dedim ama dinlemedim. bilerek ve isteyerek saatlerce düşündüm. fiziksel olarak kendime eziyet ederken, duygusal olarak çok mutluydum. 

sonra uyumuşum...

sabah uyandım. muhteşem bir kahvaltı masası beni bekliyordu. aklıma gelip gelebilecek herşey vardı masada ve ben, iki mutlu insanla bu güzel kahvaltı masasını paylaşıyordum. sonra gözüm balkondan dışarı takıldı. dün gece geldi aklıma. birden o bütün düşündüklerimin olmayacağı bir bir suratıma çarptı. resmen dün gece karanlıkta, gözlerim kapalı, bir sağa bir sola dönerken yaşadığım evren, paralel bir evrendi. gerçeklikten uzaktı. gün ağardığında, güneş doğup gözlerimi açtığımda o paralel evren bir anda yok oldu. sanki vampirlerin hayatları gibi. geceleri onlar gerçekliklerini yaşarlarken, gündüzleri bambaşka bir dünyaya sahip oluyorlar. benziyor sanırım.

sonuçta gözlerim kapalıyken sanırım daha mutluyum. olmayacağını bildiğim şeyler hayal ettiğimde bile daha mutluyum ya da hakkaten bilmiyorum hangisinin daha iyi olduğunu. gerçekten.

19 Şubat 2010 Cuma

... yarım sayfa bir kaç satır ve fotoğraf!


hayatlarından, toplumdan, yaşadıkları çevreden dışlanan insanlar var.
yaptıkları ya da yapmadıkları hareketler yüzünden.
sadece kendi gibi olanlarla bir arada yaşayan insanlar.
ailelerini görenler, ailelerini görmeyenler.
doğdukları topraklarda, yaşadıkları ülkede, yaptıkları yüzünden yargılanıp, etiketlenen insanlar.
pencereden bakıldığında sadece gökyüzünün görülebildiği, rutubetli, soğuk, kocaman bir odada, kendi gibi 20 kişiyle yaşayan insanlar.
mutsuz, kabullenmiş, umursamaz insanlar.

belki ben, belki de siz!

bir gün bu insanların karşısına onları etiketlemeden, onların ne yapıp yapmadıkları ile ilgilenmeyen insanlar çıktı.
onları toplumdan dışlayanlara inat, unutulmadıklarını hatırlattılar.
onlara zaman ayırıp, bir şeyler öğretmeye çalıştılar.
ailelerinden başka insanlar görmelerini sağladılar.
siyah beyaz hayatlarına az da olsa renk kattılar.
onlara verilen sıfatın aslında sadece "insan" olduğunu hissettirdiler.

ayrılık vakti geldiğinde, gözler yaşlı, "görüşmek üzere" denildi. fotoğraflar çekildi, kağıtlar verildi. tekrar görüşülemedi ama kalplerde büyük yerler edinildi. fotoğraflar alındı, bir kaç satır ile birlikte onlara yollandı.mutlu olup gülümsedikleri hayal edildi.

sonra bir gün telefon çaldı. sadece fotoğrafla ve bir kaç satırla bir insanın ne kadar mutlu olabileceği öğrenildi.

birisini mutlu edebilmiş olmak, bunu öğrenmek, bilmek, mutlu olmaktan daha da mutlu eden bir şey sanırım. insanları yaptıkları ile değil de insan olmalarıyla değerlendirmek ise en önemlisi.

aleykümselam abdurrahman abi!...

17 Şubat 2010 Çarşamba

... eşek, akıl ve karpuz kabuğu!

voltran oluştu, amaca ulaşıldı. düşünüldü, taşınıldı. ne olursa olsun susmaya karar verildi.

ve "bazı şeyler olduğu gibi kalmalı. elinizde olsa da, onları cam vitrinlere koyup oldukları gibi kalmalarını sağlayabilseniz. biliyorum, olanaksız bir şey bu, ama yine de pek fena olmazdı." denerek acil durum anında kırma hakkı saklı tutularak karpuz kabuğu cam vitrine konuldu.

"hayatın, kurallarına göre oynanması gereken bir oyun" olduğu hatırlanıp cam vitrine gülümsendi...
... kaybolan değerler!


1. evlenmeden önce regl olmuyordum. doktora gittim. doktor bana evlendikten sonra regl olacağımı söyledi. ben de bunu nişanlıma söyledim, bunu biliyordu. evlendikten sonra doktora tekrar gittim ve bana rahimimin olmadığını söyledi. çocuğumuz olmayacağı için kocamın ailesi bizi ayırdı. 

2. ben o zamanlar eniştemle birlikte çalışıyordum. olga da işyerinin temizlik ve yemek işlerinden sorumluydu. eniştem, olga ve ben bazı geceler işyerinde geç saate kadar kalıp rakı içerdik. ablama bunu söylemedim, enişteme de herhangi bir tepkide bulunmadım çünkü eniştem bana iş verdi, onun sayesinde meslek sahibi oldum. çocukların psikolojileri bozulsun istemedim.

3. olga'nın ev kirasını ödedik çünkü bir zamanlar bizim işlerimiz kötüye gidiyordu, borçlarımız vardı. olga da bize borç para verdi, biz de evinin kirası adı altında borcumuzu ödedik, biz iyi insanlarız.

4. olga türk olmasa da çok iyi bir insandır, çok yardım severdir.

5. biz karadenizliyiz, biz ailecek çok asabiyiz, çok yüksek sesli konuşuruz bizim normal halimiz budur.

6. beni evden attı, ben kızımla beraber başbaşa kaldım. kendisi de benim üzerime kayıtlı olan evde iki oğlumla beraber yaşıyor. beni öldürmekle tehdit etti. eğer bunları söylersem de beni denize atacağını söyledi.

7. annesi kızına sevgili bulmuş, onunla tanışmışlar. bizim ailemizde bunlar yanlış şeylerdir. uyardım beni umursamadı.

... ben de sizi iki yabancı ilan ediyorum!

haftada iki gün aile mahkemesindeki duruşmaları izliyorum. 

davaların konusu yüzde doksan boşanma.

mübaşir davacı ve davalı tarafı duruşma salonuna çağırdıktan sonra iki tarafı da izlemeye başlıyorum. tavırlarına, konuşmalarına bakıyorum. çok fazla uzamayan, anlaşmalı boşanmalar on dakikada bitiyor. 

"boşanmakta kararlı mısınız, evliliğinizi kurtarmanızın bir yolu yok mu? yok." 

bazıları da olaylı geçiyor. davacı taraf düşündüklerini, olanları anlatıyor, sonra bunun üzerine de davacı taraf anlatıyor. olay yavaş yavaş gözümün önünde çirkefleşiyor. ben de başlıyorum nasıl birbirlerini sevdiklerini, nasıl evlendiklerini, düğünlerini düşünmeye. sonra da bu hale nasıl geldiklerini, küçücük bir odada tanımadıkları o kadar insan karşısında evliliklerini, en özellerini en ince ayrıntısına kadar nasıl böyle anlatabildiklerini, birbirini seven iki insanın nasıl birer yabancıya dönüşebilmiş olduğunu düşünüyorum. gün bittiğinde evliliğe olan inancım biraz daha sarsılmış olarak ayrılıyorum mahkemeden. 

13 Şubat 2010 Cumartesi

... minding my own business for a change!

uzun zamandan beri gerçekten kendimi bu kadar iyi ve rahat hissetmiyordum. kafam rahat, içim rahat. bazı şeyler yoluna giriyor. 
hep hiç bir şey yapmıyormuşum gibi hissederdim. o zamanlarda bana destek olan biri vardı. bana yaptığım her şeyin aslında hedeflediğim amaca ulaşmakta birer adım olduğunu ve aslında çok şey yaptığımı söylemişti. 
o zamanlar bir süreliğine beni ikna etmişti ama şimdi bakıyorum, o kadar haklıymış ki... 
daha elimde bir şey yok ama yine de bir şeyler olacak. inancı bile yeterli sanırım. acele etmeye gerek yok. can sıkmaya gerek yok. birşeyler bir şekilde oluyor. yoluna giriyor. 
bazı şeylere inancım çok güçlü olmasa da herkes için bir planın olduğuna inanıyorum sanırım, bilmiyorum. görücez...

ha bi de :


8 Şubat 2010 Pazartesi

... susmak ve konuşmak arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerek!

bunu buraya yazmanın hiç bir anlamı yok aslında ama...

bir sırrın varsa eğer ya da birisinden bir şey saklıyorsan, susacaksın. senden başka kimse bilmeyecek. başkasıyla paylaştığın anda eninde sonunda o şey sakladığın insana geliyor. hadi tutamadın kendini de birisine söyledin diyelim, o zaman da tek bir insana söyle ya da ağzı sıkı birisine söyle. yok eğer ortamdaki en dedikoducu insana söylersen ya da birden fazla insana söylersen, o sır yine dönüp dolaşıp sakladığın insanın kulağına gider. 

iki kişinin bildiği sır, sır değildir.

herkes hata yapabilir, hata yapıyoruz da zaten. bu insan doğasının ayrılmaz bir parçası. benim de olduğu gibi başkalarının da hataları var. bana karşı yapılan, benim başkalarına karşı yaptığım hatalar. bilerek ya da bilmeden. bu noktada sanırım farkındalık, vicdan ve kendine saygı önemli bir roldeler. kendine saygı duymuyorsan, kimseye saygı duymuyorsun demektir. o yüzden etik kavramı da yoktur. o yüzden değerler de yoktur. dolayısıyla hatalar vardır. 

benim hatam güvenmek ve tepki vermemek oldu. daha doğrusu geç tepki vermek. belki de umursamadığım için böyleydi. hatta evet umursamıyordum. ama görüyorum ki başkaları da umursamıyor, hatalarından ders çıkarıp, onlardan pişmanlık duymuyor. hatta böyle düşündüğünü zarar verdiği insanın gözünün içine baka baka da söyleyebiliyor. sonra tepki vermekte gecikince işte üste çıkıp, umursamıyormuş gibi yapıyor. sanki yüzüne vurulan hatanın kendisininki olmadığını düşünüyor. 

ama önemli olan aslında hatanın kendisi değil. hata yapıldığının fark edilmesinden sonra yapılan hareketler ve alınan kararlar. bir insanın sizi affedip affetmemesi de belki de bu noktada yatıyor, kim bilir...

Bu Blogda Ara