27 Ocak 2011 Perşembe

... all of a sudden i miss everyone!

assos fotoğraflarına bakmak artık beni üzmeye başladı.
hem iki senedir havasını, sesini, kokusunu içime çekememiş olmamdan,
hem sevdiğim insanlarla huzurun tadını çıkaramamış olmamdan,
hem de o muhteşem insanı artık göremeyecek olmamdan..
dolunayın fotoğrafını çekmişler. köyden. o kadar güzel gözüküyor ki. tapınağın tepesinden, arada hiçbir engelin olmadığu bir noktadan dolunaya bakmak.
dolunayı her zaman çok sevmişimdir. benim için her zaman çok özel bir yeri vardır.
assos'ta dolunayın ise bambaşka bir yeri var.
assos'ta dolunay olduğunda, o güzel insanın gece bir ayin düzenlemişçesine denize girmesi, o güzelliğin tadını çıkarması beni etkileyen.
belki de şimdi oradadır...
bir de baileys var. küçücük tiplerken ciddiye alınıp, yetişkinler gibi davanılıp önümüze konulan baileys bardakları.
ne yapacaksın bu hayatta soruları, tavsiyeler.
tam bir abla ama hanım. canım.
"canavar"ın var oluş nedeni.
yazın, assos'un anlamı.
o gittiğinden beri gidilmeyen bir assos.

artık bazı şeylerin değerlerini kaybetmeye başlaması acı verici. bunu hissediyor ve yaşıyor olmak üzücü.
keşke hep beraber olsaydık.
keşke sen hiç gitmeseydin.
keşke hep dolunay olsaydı.

... since i've been loving you!

bir masada oturuyordum. kalabalık bir masa. içkiler gidip geliyor. uzun zamandır görmediğim insanlar çevresinde. onları görünce eski zamanlar geliyor aklıma. hep beraber vakit geçirdiğimiz, hiçbir şeyin umrumuzda olmadığı, en azından öyle gözüktüğü zamanlar geliyor. herşey ne kadar da değişmiş. hepimiz bambaşka insanlar olmuşuz. hiçbir şey eskisi gibi değil. ama ilginç bir şekilde rahatsız edici de değil. hepimiz bir şekilde yeniliklerimize ayak uydurmuşuz. bunun nedeni sanırım değişimlerin aynı anda olması. o zamanlar birisi farklı davranmaya başladığında yadırganıyordu. ne kadar saçma. kimse kimsenin ne hissettiğini, ne yaşadığını, ne düşündüğünü bilmeden hemen yargılamaya başlardı. neyse.
aslında anlatmak istediğim bambaşka bir şeydi. yine konu bambaşka yerlere geldi.
masada oturuyorum. kah gülüyorum, kah susuyorum. hatta bazen benim burada ne işim var bile diyorum ama sonra toparlıyorum. aklıma yoldakiler geliyor. onları görmek istiyorum. heyecanlanıyorum ve bu benim hoşuma gidiyor.
uzun bir beklemeden sonra yolun başında görüyorum, geliyorlar ve ben koşup kocaman sarılıyorum. o kadar özlemişim ki. nasıl anlatılır bilemiyorum. böyle sanki muhteşem bir şey başarmışım da onun mutluluğu içindeyim ya da muhteşem bir sevgi içimi kaplayan. masada oturan herkesten farklı olan bir şey. özlemek ve sevginin karışımı sanki. ama o anda dünyanın en mutlu insanı ben olabilirim.
bazı insanlar vardır hayatında ve o insanlar olsa da olur olmasa da olurdur. hayatından çıkıp gittiklerinde bir kayıp olarak görmezsin. bazı insanlar da vardır. normal bir düzeyde hayatındadırlar. arada bir görüşür, birşeyler paylaşırsın. hayatından çıksalar üzülebilirsin ama bazı insanlar vardır ki en ufak bir ters tepkisi seni öldürür. ya da en ufak bir harekette alınganlaştırır. öyle olmasa bile, bambaşka bir şey hissedersin. üzülürsün, ölürsün. düşünmekten kafayı yersin. işte o insanlar hayatından çıktığında hayatın da durur. bunlar sanki senin varlığını oluşturan hücrenin çekirdeği gibidir. çekirdekten birşey eksildiğinde çekirdek de yok olur. çekirdeğin etrafındakiler teferruattır. yerlerine yenileri gelebilir, yerleri doldurulabilir. ama çekirdek öyle değildir işte.
o çekirdeği oluşturanlar, beni tamamlayanlar.
ve ben onları gördüğümde, onları özlediğimde, onlara sarılıp zıplayabilmek beni dünyanın en mutlu insanı yapabiliyor.

böyle birşeye, böyle bir çekirdeğe sahip olmak çok güzel ve özel birşey.
... my spirit is crying!

geçenlerde çok da tanımadığım biri bana kahve falı baktı. anlamadığım bir şekilde beni o kadar doğru anlattı ki, inanamadım.
insanlar gittikçe daha da yalnızlaşıyorlar sanırım.
ama bu yalnızlaşma sadece kendi içlerinde de değil, sosyal olarak da oluyor sanki. 
artık arkadaşlarla daha az görüşülüyor sanki. böyle olması istendiği için değil, hayat şartları, gündelik yaşam bir müddet sonra bunu getirdiği için. 
herkes bir şeylerin peşinden koşuyor. iş, okul, yaşamını devam ettirebilme dertleri bir şekilde insanı diğerlerinden soyutlaştırıyor. 
ve ben böyle olsun istemiyorum. 
evet bazen istiyorum, bazen yalnız başıma olmak istiyorum ama böyle olsun istemiyorum. hep kalabalık olsun istiyorum. gerçek insanlar etrafımı sarsın istiyorum. gelip geçici, günlük arkadaşlıklar istemiyorum. yani ya tam olsun ya da hiç olmasın gibi. 
hayat böyle yalnızlaştırdığında da işte çok özlüyorum. herkesi özlüyorum.
all of a sudden i miss everyone...
bilmiyorum.
kahve falında arkadaşım "hergün kafanda başka bir sorun oluyor, diğerinden diğerine atlıyorsun. her seferinde bir önceki iz bırakmıyormuş gibi gözükse de bırakıyor" dedi. bu bana çok ilginç geldi çünkü sanırım gerçekten de öyle. dün kafama başka birşeyi takıyorken, bugün başka bir şey düşünüyorum.
"bir ağacın tepesindeyim ve dallardan yukarıyı göremiyorum, aşağı inmem lazım. ancak aşağı indiğimde gökyüzünü görebileceğim." falımda böyle diyordu. ama nasıl? nasıl ineceğim ben o ağacın tepesinden? nasıl göreceğim gökyüzünü. göremediklerimi nasıl göreceğim? bir kaç şeyi aynı anda yapmaya çalışırken ve aslında yaparken, nasıl dengede duracağım? duruyormuşum çünkü. ama buna nasıl devam edeceğim? ya bir gün düşersem?

konudan konuya atlamışım. kafam karışık.
görmem gereken şey ne? neleri kaçırıyorum?
özlüyorum. herkesi. herşeyi.

25 Ocak 2011 Salı

... hazırlanıyorum!

bu akşam, olmadı yarın akşam, tuvalimi boyamaya başlıyorum. kırmızı ya da bordo diye düşündüm. o renge göre boyayı da almam lazım tabi.
sonra modelimi hazırlamam gerek. daha doğrusu kendisinin hazırlanması lazım. saçlarını, makyajını herşeyini. çekime hazır olduğunda başlayabiliriz.
daha sonra bir text bulmam ya da yazmam lazım. kızgınlıklar, öfkeler anlatan. bağırmak istenilenler. ki seçilecek şey önemli.
sonra fotoğrafları tuvale göre bastırmam ve tuvale göre yerleştirmem gerekecek.
yazıları da yazdıktan sonra umarım hayal ettiğim gibi bişi çıkar ortaya.
heyecanlıyım...
buradan modelime selam olsun :)

19 Ocak 2011 Çarşamba

... wait for sleep!

Standing by the window, eyes upon the moon. Hoping that the memory will leave his spirit soon. She shuts the doors and lights and lays her body on the bed where images and words are running deep. She has too much pride to pull the sheets above her head. So quietly she lays and waits for sleep. She stares at the ceiling and tries not to think and pictures the chains she's been trying to link again. But the feeling is gone. And water can't cover her memory. And ashes can't answer her pain. God give me the power to take breath from a breeze and call life from a cold metal frame. In with the ashes or up with the smoke from the fire with wings up in heaven or here, lying in bed palm of her hand to my head. Now and forever curled in my heart and the heart of the world.
...

ne kadar çok şey hayal etmiştim.
ne kadar da umutluydum.
bitince çok mutlu olacağımı sanmıştım.
gerginliğim geçecek ve ben rahatlayacaktım.
bugün içimde sürekli bir rahatsızlık var.
içim sıkılıyor.
üzgünüm.
kızgınım.
dargınım.
içimdeki savaşlar bitmiyor.
huzur gelmiyor.
bugünde bir gariplik var.
hayallerimi gerçekleştirmeye gücüm yok.
isteğim yok.
herşey zorlama, herşey zorlama.
belki de sorun da burada.
bugün geçsin ve herşey güzel olsun, nolur.

17 Ocak 2011 Pazartesi

... vay annesi!

bir efsane sona erdi. çok ilginç. 



14 Ocak 2011 Cuma

... renkli hayallerim var!

yazmış mesela.
yaz olmazsa hayalimin bir anlamı olmaz.
hem kış renkli de değil.
gerçi kışın renkleri de güzeller ama yazın renkleri "renkli".
yazmış mesela.
yüksek tavanlı, pencereleri tavandan yere kadar, duvarları kırmızı tuğlalı evimin salonundayım. yerler parke. ama eskiler biraz. yürürken ses çıkartıyorlar. olsun ben yine de seviyorum o sesi. bugün haftasonu. her yer çok kalabalık olsa gerek. zira bu havada tam tersi olması da beklenemez. giyiniyorum. hayır bugün ayakkabı giymek yok. bugün patenlerimle sahile gidicem. ama o zaman sörf tahtamı nasıl götürürüm bilemiyorum. o zaman bugün sörf yok. bugün patenlerimle sahilde dolaşmak istiyorum. bugün arabalardan uzak olmak, denizi görüp koklamak istiyorum. hem meydanda pazar da kurulmuştur. bir kaç bir şey alabilirim.
sahil çok uzakta değil. hızlıca kayıyorum. özgürlük bu olsa gerek. resmen süzülüyorum. yorulmuşum ama o kadar tatlı bir yorgunluk ki, kaldırım kenarına oturuyorum. sigaramı yakıyorum. deniz karşımda pırıl pırıl ve sakin. bugün istesem de sörf yapamazmışım zaten. otururken bir arkadaşım geliyor yanıma. akşamki oyundan söz ediyoruz. kesinlikle kaçırmayacağımı söylüyorum. öncesinde hep beraber yemek yeriz, yemekte diğer arkadaşımızın yazmış olduğu kitap hakkında fikirlerimizi paylaşırız. kitapla ilgili konuşulacak o kadar çok şey var ki zaten. hem kitabı da geçtim, konuşulacak olan o kitabın onu nasıl mutlu ettiği.
akşamımızı da planladıktan sonra arkadaşım yanımdan ayrılıyor zira provalara yetişmesi gerek. ben de sigaramı bitirerek meydana doğru kaymaya devam ediyorum. pazar çoktan kurulmuş, etraf çok kalabalık. çocuklarını gezdiren aileler, yalnızlar, sevgililer, yaşlılar. herkes orada. herkes o günün huzurunu içlerine çekiyor.
az sonra sahilden gelen tanıdık bir müzik dikkatimi çekiyor. ona doğru gitmeye başlıyorum. kitabı yazan arkadaşım ve erkek arkadaşını görüyorum. beraber gitar çalıyorlar. etrafları kalabalık. muhteşem sesimle eşlik etmeyi teklif ediyorum ama tabi ki reddediyorlar. çok kötü bir sesim var. onları başbaşa ve hayranlarıyla bırakıyorum ve ilerlemeye devam ediyorum. nefes alıyorum. gülümsüyorum.
akşama daha çok var. bir şeyler yapmak zorunda değilim ama eve giresim de yok.
pazarda bir sahaf görüyorum. sakalları bembeyaz ve upuzun bir amca başında. kitapları incelemeye başlıyorum. içlerinden birini beğenip cebime sıkıştırıyorum. yola devam. sahil bitmek bilmiyor. olabildiğince uzaklara gitmek istiyorum. daha sakin bir yerler bulabilirim diye düşünüyorum.
tam o sırada telefonum çalıyor. çocukluk arkadaşım. beni erkek arkadaşıyla yaşadığı evde kahve içmeye davet ediyor. diğerleri de geliyormuş. seviniyorum. ne zamandır görüşemiyorduk. ikisi de kendilerini akademik hayata adamışlardı. yapmaları gereken çok iş vardı ve şu anda özgürdüler. tıpkı benim gibi.
aslında sakin bir kafede kitabımı okuyup çayımı içmek istiyordum ama oraya gidiyorum. hem daha akşama çok var. oraya gittiğimde beni bekleyen asıl süpriz uzaklarda olan arkadaşımızın ziyarete gelmiş olmasıydı. soğuk bir ülkeden sımsıcak bir ülkeye. hasret gidermek böyle bir şey olsa gerek. çok mutluyum.
güzel bir akşamüstünden sonra artık akşamki programa hazırlanmam gerekiyor. yanlarından ayrılıyorum. eve döndüğümde ilk iş ertesi günkü bisiklet programımız için arkadaşımı aramak. onun unutmayacağını bilmeme rağmen teyid etmek için arıyorum. o da benim gibi sabırsızlanıyormuş.
hazırlanıp ve evden çıkıyorum. her zaman yemek yediğimiz o küçük lokantaya gidiyorum. arkadaşlarım öğlenki müzik ziyafetinden sonra çok keyifliler. üzerine kitabı hakkında yaptığımız yorumlar da eklenince mutluluğu bir kat daha artıyor. kitabı ile ilgili olarak küçük bir kaç kitapçıda tanıtım, okuma günü gibi şeyler organize edebileceğimizi söylüyorum. o bunu çoktan halletmiş.
sıra oyuna geldi. sevgili oyuncumuz oyun için erken ayrıldı yanımızdan. onu çok heyecanlandırmamak için aramıyoruz. hemen salona gidiyoruz. salon tıklım tıklım ama bizim yerlerimiz çoktan hazır. oyun başlıyor. büyük bir gururla arkadaşımızı izliyoruz. oyunun sonunda kopan alkışlar da onu çok mutlu ediyor. bunu kutlamamız gerekiyordu. şaraplarımızı alıp sahile gidiyoruz. içiyoruz, içiyoruz, içiyoruz. 
ertesi gün erken kalkıyorum. telefon çalmaya başladığında gözlerim açık ama ben hala uyuyorum. arkadaşım bisikletiyle aşağıda bekliyor. bisikletimi kaptığım gibi aşağı iniyorum ve yola çıkıyoruz. ben ormana gitmek istiyorum, o ise yeni yerler keşfetmek istiyor. elinde bir yerlerden bulduğu bir harita var. canı biraz macera istiyor. ben de reddedemiyorum. akşama kadar şehrin hiç bilmediğimiz yerlerinde dolaşıyoruz. o kadar keyifli ve mutlu bir gün ki keşke fotoğraf makinamı da getirseydim diyorum. akşamüstüne doğru eve döndüğümüzde bugünün ancak bir şekilde tam olarak bitebileceğini düşünüyorum. ama ilk olarak sörf arkadaşımı aramam gerekiyor. telefona sarılıyorum. evde sıkılıyor. arabanın arkasına sörf tahtamı koyduğum gibi yola çıkıyorum, arkadaşımı alıyorum. güneş batmak üzereyken sahile varıyoruz ve kendimizi denize atıyoruz. dalgalarla boğuşuyoruz, gülüyoruz, eğleniyoruz. üzerimize keyifli bir yorgunluk çöküyor. artık eve gitme vakti geldi. 
eve döndüğümde yüzüm gülüyor. kapıyı açtığım anda telefon çalmaya başlıyor. uzaklarda yaşayan evli arkadaşlarımızdan muhteşem bir haber geliyor. işte o an bugün ancak böyle güzel bitebilirdi diyorum kendi kendime.  
... sınırlar!

insanlara kendini kullandırtmayacaksın bu hayatta.
sana bir şeyler yaptırtıyorlarsa da kendini zorlamayacaksın.
sınırsızlığını bilmeyecekler.
sana herşeyi yüklemeyecekler.
çünkü bir gün bir işi yapmak istemediğin zaman, yaptıklarını anında hiçe sayabiliyorlar, silebiliyorlar ve daha da önemlisi seni sinirlendirebiliyorlar.
herkese, kendi sınırlarını belirticeksin, bilecekler.
seni zorlamaya kalkmayacaklar.

13 Ocak 2011 Perşembe

... bir gariplik var ama ne!

bu sabah uyandım. tuvalet doluydu ve ben yine geç kalmıştım. zaten gözlerimi açamıyordum. hayattan nefret ediyordum. çok mutsuz ve huysuzdum. klasik bir sabah.
saçlarım çok pisti ama vaktim de yoktu. o yüzden saçlarımı yıkamaya başladım.
işte o sırada sürekli yaptığım ve yaptığımı bildiğim halde aslında normal gelen hareketin hiç normal olmadığını fark ettim.
kafamda sürekli olmayacak senaryolar kuruyorum.
tanımadığım insanlarla, tanıdıklarımla, kendimle ilgili. o olaylarda vereceğim cevapları hazırlıyorum. böyle dersem böyle algılanır ama bence öbür türlü söylemeliyim diye.
her seferinde bambaşka bir hikaye hatta hayatımla uzaktan yakından alakası olmayan hikayeler. belki de hayatım boyunca hiç bir zaman yaşamayacağım senaryolar. ve ben.
bilemedim...

9 Ocak 2011 Pazar

... yetinmek!

ben sana dayanamam yârim, ben sana aldanamam
ben sana aldanamam yârim, ben sana dayanamam

gecenin başında selamlaştık. sonra ayrı ayrı devam ettik. ne beklenebilirdi ki zaten. bütün gece oturup konuşacak halimiz yoktu. artık çekici de gelmiyordu zaten. yok aslında geliyordu da uzaktan daha iyiydi herşey. arada gözlerle takip ediliyordu. bazen o, bazen ben bakıyordum ama azdı bu bakmalar. zaten çok da olamazdı. herkes kendi eğlencesindeydi. ben kendi masamda insanlarla muhabbet ediyordum, o kendi masasında. çok da farklı bir durum yoktu. özellikle birbirimizden uzak da durmuyorduk ama konumlarımız, ortam bunu gerektiriyordu.
gece ilerledi. sonuna geldi. 
ben artık evime gidiyordum. son olarak ona veda edecektim. o tek başına ayakta telefonuna bakıyordu. omzuna dokundum. nasıl da düşünmeden yapılan hareketlerdi. zaten söz konusu o olunca hiç düşünemiyordum. hiçbir zaman düşünemedim. zaten artık ortada düşünmeyi gerektirecek bir durum da kalmamıştı. aramızdaki problemleri halletmiştik. özürler dilenmişti. geç de olsa büyük bir aşamaydı bence bu, en azından benim için. özürlerini beklediğim kimse benden özür dilememişti ama en sevdiğim, en azından bu zamana kadar en sevdiğim olan benden özür dilemişti. her ne kadar ilk özürü ben dilemiş olsam da, kestirip atmamış, o da benden özür dilemişti. ne değerliydi benim için.
omzuna dokundum, bana döndü. gideceğimin farkındaydı. daha önce başkalarına veda ederken, ben gidiyorum işaretleri yaparken görmüştü zaten. çok yalnız gözüküyordu. bana döndü. yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. şimdi düşünüyorum da, oynuyordu. mutlu falan değildi. yüzünde kocaman bir gülümseme olması onun mutlu olduğu anlamına gelmiyordu, tıpkı benim gibi. 
mutlu yıllar dedi. 
ben de gülerek sana mail atmıştım, mutlu yıllar sana da dedim.
biliyorum, nasılsın, dedi. 
elimle idare eder işareti yaptım. gülmeye devam ediyorduk. 
sen nasılsın?, dedim.
kocaman gülümsemesiyle çok kötüyüm dedi. 
neden?, dedim. 
hayat işte gibi bir şeyler geveledi ağzında. ben de iyi ol dedim. 
öyle olmuyor işte dedi.
öyle olmadığını biliyorum ama yine de sen iyi ol dedim. 
peki dedi gülümseyerek. 
dayanamadım, sarıldım. 
bir şeye ihtiyacın olursa... dedim. ne demekse. sanki beni arayacakmış gibii. ama hayır ben ona onun yanında olduğumu, ona değer verdiğimi ve iyi olmasını hissettirmek istediğim için, destek olmak için öyle dedim.
neyse sonra ayrıldık. ben mekandan çıktım. gülsem mi ağlasam mı ne yapsam bilemedim. 
hissettiğim şey neydi bilemiyorum. arkadaşım bizi dışarıdan izlemişti. ne olduğunu sordu, konuşamadım. geveledim bir şeyler. sanki iki dakika önce olan şeyler yıllar önce olmuştu ve ben hatırlamaya çalışıyordum. 
sonra taksiye bindim. gözlerim doldu. mutluydum. sadece o bir dakikalık zaman bile beni mutlu etmeye yetmişti. uzun zamandır mutluluktan gözlerimin dolduğunu, birşeyler hissedebildiğimi hatırlamıyordum. sahip olamayacağımı bilmeme rağmen, iki sene yaşadıklarım, bana yaşattıkları silinip gitti. ne kadar kızsam da ona, silinip gitti. dayanamadım sildim gitti. herkes için bana göre olmayan adam bana bunları hissettiriyor işte ve ben ne yapayım, dayanamıyorum ama aldanamıyorum da artık. 
sadece onun iyi olmasını istiyorum. benim hayatımla, benimle hiçbir ilgisi olmasa da iyi olsun istiyorum. 
ilk sevgilim ama arkadaşım olanın iyiliğini istediğim gibi, ilk aşkımın da sadece iyiliğini istiyorum. 
benim olmasa da olur. 
herşeye sahip olmak mümkün değil, ben bununla da, onun verdiği bu mutlulukla da yetinirim. 

6 Ocak 2011 Perşembe

...

bir gün okuyacağını bilerek yazıyorum.
ama o anda yazsam kırıcı olabilirdim.

gitmeden önce konuşabildik az çok
beni arayacağını söyledin ama aramadın
napalım artık, keşke görüşebilseydik de..

neyse artık daha sonra belki.
belki 19 mayıs'ta

seviyorum seni.
... uyusam da yıllarca olur mu ki?

bu son zamanlarda başıma gelmeyen kalmadı sanırım.
dizimin ameliyatı, kafamı arabaya çarpmam.. şimdi de bu.
belki çok evhamlıyım, çok takıyorum kafama, belki ufacık bişi, belki de çok önemli. bilmiyorum.
ama kafam bir gün rahat değil! yorgunum sürekli.
belki duygusal bir boşlukta bile olabilirim ama onu da fark etmiyorum. bir bakıma güzel, bir bakıma kötü. kendimi dinleyemiyorum çünkü.
neyse ben biraz yoruldum sanki.
şuraya kıvrılsam uyusam ya biraz...

bir de baya beddua etmemişsin gerçekten.
ismail yk'dan gelsin o zaman, allah belanı versin :P
... üstünü örttüm!

evet demek ki ne kadar kırgın olsan da, kırgınlığını unutup aramak iyiymiş. sesini duyup konuşmak. en azından bunun pişmanlığı ile yaşamamak adına.

5 Ocak 2011 Çarşamba

... aman doktor!

aman doktor son yazısında o kadar güzel anlatmış ki. 

ben artık umursamıyorum bazı şeyleri. nötr, duygusuz oldum. bazen kırkınlıklarıyla savaşırken buluyorum kendimi ama sonra geçiyor. yapabileceğim pek bir şey yok. 

bazen aman doktor'un dediği gibi oluyor işte. 

ama bazen de sadece kendi tarafımızdan baktığımızı düşünüyorum. karşı tarafın da aklından neler geçiyor acaba. binbir türlü şey. o da belki bizden şikayetçi. kimse masum değil. tabi öyle olduklarını düşünenler de var, yok değil. neyse. 

hiç özelimiz kalmadı di mi aman doktor? buraya istediklerimizi açık açık yazamıyoruz artık. ben mesela şu anda sayfalarca yazı yazmak istiyorum ama yazamıyorum. sırf kalp kırmak istemediğim için, sırf olayın diğer tarafından bakabilmiş olmayı unutmamak için. gerek yok be bunlara. hayat sana bunları öğretiyor bir süre sonra.

4 Ocak 2011 Salı

... şimdi işte sana gülümseyebiliyorum!

tam olarak ne hissettiğimi bilmiyorum. zafer mi, rahatlama mı, yoksa başka bir şey mi? oysa ki bunun bir savaş olmaması gerekirdi.
ama sanırım uzun zamandır hayatıma girip beni kırmış olanlardan hep beklediğim şeyi yapmış olması onu farklı kılıyor. özür dilemesi. aslında sadece özür dilemesi de değil, özür dilerkenki tavrı da değerli. bazı şeylerin sorumluluğunu almış olması.
ne yalan söyleyeyim hoşuma gitti. ve evet rahatlattı.
en azından kapanış tam yapılmış oldu. gönüller alındı.
şimdi artık gerçekten de "it was so real" diyebilirim.

zaman geçiyor, herkes birşeyler yaşıyor, birşeyler öğreniyor.
"umarım başkası da seni böyle yarı yolda bırakır" suçlamaları karşısında aslında ondan çok daha önce yarı yolda bırakılmış olduğumu söylemeden gülümsemek de böyle birşey sanırım. şimdi öyle olmuş olsa bile gönlümün alınmış olması yeterli geliyor.
işin garibi, başka insanlarla yaşadığımız şeyler, başka insanlarla başka şekillerde tekrar yaşanıyor olması. ya da en azından bana öyle geliyor.

neyse çok fazla uzatmaya gerek yok sanırım.
sadece gülümsüyorum şimdi. beni anladığın için gülümsüyorum. hep bunu istemiştim ben de zaten...

Bu Blogda Ara