27 Kasım 2010 Cumartesi

... hadi şimdi sana gülegüle!

dün yazdığım yazının tam tersini yazıyor olsam da..
sikerler abi ya. götüyle bana selam vermiş adam buna değer mi!? saçma sapan artistik tripler. yok yani ben hayatımı bu dönek adam yüzünden saçma bi hale sokamam. yeteri kadar soktum, daha fazla devam edemem.
işim gücüm var benim ya. okuyom ben ya :)
çok iyi de oldu çok güzel iyi oldu tamam mı :)




26 Kasım 2010 Cuma

... expectation/reality=disappointment!

çok hayalperestim. çoğunlukla saçma sapan, romantik ve imkansız hayaller kurabiliyorum ama yine de hepsinin içine bir tutam olsa da doğruluk ve olasılık payı koyuyorum.
imkansız olmalarına rağmen son zamanlarda kurduğum hayallerle bir dünya kurdum kendime. şizofreniye yaklaşıyormuşum hissi veriyor. korkutuyor. biliyorum olmayacak istediklerim ama ya olursa?
filmlerden, kitaplardan çok etkileniyorum sanırım. gerçekler suratıma tek tek vurulduklarında, mantığım ne kadar onları kabul etse ve onaylasa da, bir süre sonra hayal dünyama geri dönüyorum. sanki orada herşey çok daha güzel.
hep hayal etmiştim (belki de yine saçma gelebilecek bir hayal). sevdiğim adamla koltukta yanyana sığışmaya çalışıp yatmak. buydu hayalim benim. televizyon izlemek ya da susmak bile eşlik edebilirdi bize. yeter ki beraber o küçücük alana sığabilelim. sanki oraya sığarsak dünya bize fazla gelirmiş, her yer bizim olurmuş gibi.
hayalim gerçekleşti. bir kere sanırım. ya da en azından benim hayatımda bulunduğu o kısa süre içerisinde onu her gördüğümde. onun yanına sokulmak, onunla orada uzanmak, onun kalp atışlarını dinlemek o kadar hayata dair bir histi ki. ama aynı zamanda hayatın dışında bambaşka bir dünyaya da aitti. ben belki de bunu özlüyorum şimdi. bu hayali, bu hisleri. yıllar geçtikçe yok olmasını beklediğim, buna çabaladığım şeyden artık kaçmamaya karar verdim. gittikçe hastalık derecesine gelmeye başlamış olmasına rağmen, o gece hissettiklerimi hissedene kadar kaçmayacağım. onu içimde kabul edip yaşatacağım. onunla birlikte olmak bu resimde, bu şarkıda imkansız evet ama belki onun bana hissettirdiği gibi hissettirebilen birisi benim resmimde olmak ister. kim bilir...
ama o zamana kadar hayallerimin tek karakterini oynayacak kişi belli.

21 Kasım 2010 Pazar

... ben rüyaların dokumacısıyım!



BEN RÜYÂLARIN DOKUMACISIYIM
Geleneksel İnuit Şiiri


Ben rüyâların dokumacısıyım
Rüyâ bekçisiyim ben.
Yavaşça uykunda yürürüm
Ve kalbine görüntüler yerleştiririm.
Yumuşak gece rüzgarları üstünde yolculuk ederim. 
Rüyâ Ruhlarının ülkesinde kesintisiz.
Uyurken seni korurum.
Ben Koruyucu Ruhum…
Senin Rüyâlarının Koruyucusu …


Evet, ben rüzgârla dansettim…
Sıçrayıp oynarız rüzgâr ve ben
Günışığının tarlalarında ve yüksek çayırda.
Aslanağzı çiçeğinden ruhları göklere uçurturuz
Ve usulca yeryüzüne döndüklerini gözleriz.
Ben ve benim rüzgârım güçlüyüz.
Bilinmeyen yerlere dansettik başımız önümüzde,
Dikkati bir kenara iterek.
Bunlar arayışın yazları.
Rüzgâr ve ben oynarız bir zorba dansı.
Az sonra rüzgârın arzusu yavaşlayacak
Ve ben dansedeceğim başka bir şarkıya.
Bu dans dudaklarıma getirir bir sevgilinin öpücüğünü,
Yumuşak bir okşama yanaklarıma.
Öğrenirim sevmeyi ve sevilmeyi biz dansederken.
Rüzgâr fısıldar bana
Ve yakın tutar tatlı kollarında.
Yumuşak ılık bir meltemdir rüzgâr ve şarkı söyler bana.
beklerken en son dansımızı dansetmeyi …
Evet, ben rüzgârla dansederim.


Fısıltılar
Onun arkasında fısıltılar,
Tam bir fısıltı üstünde fısıltılar.
Yüksek sesle değil herkesin duyacağı kadar,
Fakat yeteri kadar yüksek onun duyması için…
“kalbi taştan”, o duyar 
Yumuşak rüzgârların üstünde taşınan sözcükler
Yaralar, incitirler onlar.
Sözcükler gözyaşlarının başlamasına sebep olurlar.
Onun kalbi fısıldar, “her zaman değil
Di bizim kalbimiz taştan.”
Gülümser gizli bir gülümseyiş.
Hatırlayarak değişik fısıltılar.
Beraberdi onlar, ayrıldılar.
O gözyaşlarını kurutur.
O şimdi fısıldar
“evet, kalbi taştan…
Hiç kırılmayacak tekrar…”


Çeviren: Vehbi Taşar



I AM A WEAVER OF DREAMS
Traditional Inuit Poetry


I am the weaver of dreams.
I am the dream keeper.
I gently walk thru your sleep
and place visions in your heart.
I travel on soft night winds
thru the land of Dream Spirits.
I protect you while you sleep.
I am the Guardian Spirit...
the Guardian of your dreams... 


Yes, I have danced with the wind... 
the wind and I frolick 
in fields of sunshine and tall grass.
We make dandelion spirits fly to the heavens
and watch as they gently returned to earth. 
my wind and I are strong.
We danced headlong to unknown places,
throwing caution aside.
These are the summers of seeking.
The wind and I dance a rebel's dance. 
Soon the wind will softened 
And I will dance to another song.
This dance brings a lover's kiss to my lips,
A gentle caress to my cheeks.
As we dance, I learn to love and be loved. 
The wind whispers to me 
And holds me close in its gentle arms.
The wind is a soft warm breeze and sings to me.
While we wait to dance our final dance... 
Yes, I dance with the Wind... 


Whispers 
Whispers behind his back,
Whispers just above a whisper.
Not loud enough for all to hear,
But loud enough for him to hear...
"heart of stone", he hears 
Carried on the soft winds. 
The words wound, they hurt.
The words cause tears to start.
His heart whispers, "not always
did we have a heart of stone." 
He smiles a secret smile.
Remembering different whispers.
They were together, they were apart. 
He dries his tears.
Now he whispers
"yes, a heart of stone...
Never to be broken again..."
... yanıldı!


karanfilin değişimi



kumru yanıldı.
yanılarak
kuzey yerine güneye uçtu,
su sandı buğdayları,
yanılarak.
denizi gökyüzü sandı,
geceyi sabah sandı,
yanılarak.
yıldızları çiy taneleri,
sağanağı tipi sandı,
yanılarak.
senin eteğini gömleği,
senin kalbini yuvası sandı.
yanıldı.


rafael alberti

... give you away!


sonucunun ne olduğunun önemli olmadığı, sadece yaptıktan sonra en ufak bir pişmanlık duymayacağın şey ne olurdu sorusunun cevabıydı o. onu karşıma çekip hissettiğim, düşündüğüm, konuşulmayan ne varsa söyleyip gitmek isterdim. bu belki ona olan hissettiklerimi hiç değiştirmez, belki de tamamen değiştirirdi ama sonunda içimden atmış olurdum.
herşeyi abartıyorum sanırım. onu da abartıyorum. biliyorum bütün kötü huylarına, uyuz olduğum hareketlerine rağmen malesef dönüp dolaşıp ona hissettiklerime geri dönüyorum. olay aslında onu ilk gördüğüm anda hissettiklerim, sonrası değil. yıllar geçtikçe o anları unutuyorum gibi geliyor ama hep aklımda. bazı şeyleri çat diye silebiliyorken, bu anı hep canlı, hep orada. yazdıkça biter gibi gelse de bitmiyor. beni bile sıkıyor. 
bir müddet sonra yine unuturum herhalde. 


bizim aslında hiç karşılaşmamamız, hiç tanışmamamız gerekirmiş...

19 Kasım 2010 Cuma

... murder!


belki de büyümem gerekiyordu.
ama büyümemi beklemedi. 
ben de öldüm.

18 Kasım 2010 Perşembe

... otnemem!


Leonard Shelby :  I can't remember to forget you. 


Leonard Shelby :  Memory can change the shape of a room; it can change the color of a car. And memories can be distorted. They're just an interpretation, they're not a record, and they're irrelevant if you have the facts. 


I have this condition...
Can't I just let myself forget what you've done to me?






maybe i can try...
... eh mais non!


bir insanın her hareketi nasıl birini sinirlendirebilir!? ama her hareketi. nefes alsa sinirleniyorum. 
benim paylaştığım videoyu paylaştı diye sinirlendim şimdi. 
geçenlerde de imla hatalarına sinirleniyordum. 
bende bir sorun var herhalde..
... i hope you blow away!



screw you, i didn't like your taste 
anway, i chose you
let's all gone to wasted 
saturday i'll go out and find another you




hep de öyle olur zaten. gerçekten çok inandırıcı...

17 Kasım 2010 Çarşamba

... tutarsız şizofren manyak kadın!


baya tutarsızım, evet. bir yazının başında depresyondan depresyona sürüklenirken sonunda hoppa eller havaya hayat ne güzel diyebiliyorum. sırf bu yüzden ikizler olduğumu kabul edebilirim ama sırf bu yüzden. diğer unsurlarda kesinlikle ikizler değilim ben!


kızıyorum ben kendime ya. gerçekten. 


ders çalışmam lazımken bunları yazıyor olmam bile yeterli kızmam için. çok da boş konuşuyorum. hep aynı şeyleri yazıyorum. dönüp dolaşıp aynı olayları anlatıyorum. 


konsantre olmam gereken çok şey var. onlarla ilgilenmeliyim. en azından belki buralardan kaçmamı sağlarlar. o da belki işte. ama yapmak da lazım. 


neyse gittim ben.
... muer!


bir kaç gündür yine onu düşünüyorum. hatta dün gece rüyama bile girdi. bana iyi davranıyordu ama bir problem vardı. ben de gidip yakın bir arkadaşıyla dertleşiyordum. normalde tanımam etmem. adını biliyorum sadece. 
geçen gün metroda giderken fark ettim. o zaman hissettiklerimi bir daha hiç hissetmemişim. yazmıştım zaten. 
o güne gittim yine. bir sürü tekila ve bira içtikten sonra cihangir'deki o mekana gittim. iki katlıydı. doğum günü üst kattaydı. çıktım. karşıma çıkan ilk insandı sanırım. bakışlarımız kesişti ve tanıştırıldık. aslında daha önce okulda tanışmıştık ama o zamanın pek bir özelliği yoktu. merhaba merhaba. sonra da bir kere galatasaray'da görmüştüm ama tabi ki benim için pek bir anlamı olmamıştı. 
bütün gece konuştuk. bütün gece güldük. çalan telefonuma gelen mesajlara bakmadım bile. aradaki enerji büyüdükçe büyüyordu ya da bana öyle geliyordu bilmiyorum ama güvencem bakışlarıydı. muhtemelen benim de bakışlarımdı. 
sonrası çok çabuk geçti. o zamanlar yavaş geçerdi ama çabuk geçti.
bir aldatma, tepki, ayrılık, ayırma, kararsızlık, mutluluk, tutku, aşk, çekingenlik, yalnızlık, ortada bırakılma, yine ve sonsuz bir yalnızlık... 


oysa ben sadece bana hep öyle baksın istemiştim. daha ben bile kendimi tanımıyorken tanısın istemiştim. biraz cesaretli olsun istemiştim. şimdi bakıyorum aslında haklıydı da. neyse. 


sadece 

faka bastık kaşla göz arasında. yolunda gitmeyen bir şeyler mi var. kelimeler dilimde aklım başka yerde. olmazsa olmaz düşlerim var.
sil baştan ettim bütün olanları, içlerinden çektim seni soranları. sabır kalır nameler, yasak beni sever.
biliyorlar biliyorlar. bu sefer bizim için geliyorlar. yakalandık seninle defalarca aşkından. umrumda bile değil.
zehirinden ilaç olur. bu geçmeye mahkum zamanın yanında, durduğun hata yapacak çok bir şey kalmadı. benim de üstünü çizdiklerim var.
olmali nedeni bizi ayırdılar. var mıdır ötesi hepsine eyvallah. delik deşik son nefesinde son bi sans.. ahh son bi şans daha..
biliyorlar biliyorlar, bu sefer bizim için geliyorlar. yakalandık seninle defalarca aşkından. umrumda bile değil.



aslında belki de olayı bu kadar dramatik hale getirmenin bir anlamı da yok. hayatımızı devam ettirmekten başka bir yol yok. ben mesela uçarım mesela yerlere göklere sığamıyorum :)
... the trouble is me, you!


insanlar avustralya'ya gidip yerleşiyorlar. 
biz de burada hayatın anlamını bulmaya çalışıyoruz. 

16 Kasım 2010 Salı

... delik deşik!


bugün athena günü yaptım :) 




faka bastık kaşla göz arasında. yolunda gitmeyen bir şeyler mi var. kelimeler dilimde aklım başka yerde. olmazsa olmaz düşlerim var. sil baştan ettim bütün olanları, içlerinden çektim seni soranları. sabır kalır nameler, yasak beni sever. 
biliyorlar biliyorlar. bu sefer bizim için geliyorlar. yakalandık seninle defalarca aşkından. umrumda bile değil. zehirinden ilaç olur. bu geçmeye mahkum zamanın yanında, durduğun hata yapacak çok bir şey kalmadı. benim de üstünü çizdiklerim var. olmali nedeni bizi ayırdılar. var mıdır ötesi hepsine eyvallah. delik deşik son nefesinde son bi sans.. ahh son bi şans daha.. biliyorlar biliyorlar, bu sefer bizim için geliyorlar. yakalandık seninle defalarca aşkından. umrumda bile değil.

15 Kasım 2010 Pazartesi

... everything!


the empty's response



behind the sky there i'm
i'll try to reach you
without clear what disguise
i am nothing

won't you (rub/rule my heart/eye/role my heart?)
seems you already own my heart huh
if only i can come and see you die
it'd be the only reason why

you're being the impossible
things who realize
when you let yourself be so
there hell...

what the coward lies behind
your now is gone
my before is your now
and why i must go

we're doomed to survive
for a little/lay

the only would... he fly
the empty's response to why

14 Kasım 2010 Pazar

... i have promised but i lied!






yalnız başına otururken onu düşünmeye başladığın noktada, kulaklarında da yalnızlık şarkılarının çalmaya başladığı anda, ondan sonra hiç kimseye karşı öyle hissetmediğini ve kendini hissetmişçesine kandırdığını anladığın zaman uzun zamandır bastırılmış duygularla yaşadığını düşünürsün ve kalbin acır ve gözlerin dolar. öylece kalırsın.

13 Kasım 2010 Cumartesi

... i'll be seeing you!


geçen gece uyuyamadım. kalktım yataktan ve bilgisayarın başına gittim. çok fazla fotoğraf silmiştim. hiç kıymadan. çat çat çat! sadece bir kaç ve özellikle bıraktığım iki tane fotoğraf vardı. önemli iki fotoğraf. bu iki fotoğraf 2005 yılından kalma. inanılır gibi değil. bunun üzerine her ne kadar diğer fotoğrafları sildiğimi bilsem de aramaya başladım. her seneye bir fotoğraf aradım. 
2005
2006
2007
2008
2009
2010
zor oldu ama buldum. her seneye, her birlikteliğe, her arkadaşlığa birer fotoğraf vardı. ve değişimler. 
ona hep 2005'teki o iki fotoğrafı vermek istemiştim. onda yoktu. çoğu zaman gösterdiğimde utanıyordu bile. belki de benim baktığım gibi bakmıyor, hissetmiyor, düşünmüyordu. bilmiyorum. 
hayatıma girip de çıkartamadığım. ne olursa olsun yanında olmaya söz verdiğim. toparlansın, mutlu olsun, kendine iyi baksın, sorumluluklarının farkına varsın, sarsılıp kendine gelsin, büyüsün istediğim. 
belki bir gün fotoğrafları derleyip yazı yazarım ve ona veririm diye hayal etmiştim. ama sanırım yapmayacağım bunu. ikimiz için de haksızlıktan başka bir şey olmaz bu. 
evet belki de yine kendi kafamda bir şeyler düşünüp yaratıyorum :)


o değil de 2011'de de bir fotoğraf çektirmemiz gerekecek :)
... what do "you" want!?


young noah: would you just stay with me? 

young allie: stay with you? what for? look at us, we're already fightin' 

young noah: well that's what we do, we fight... you tell me when i am being an arrogant son of a bitch and i tell you when you are a pain in the ass. which you are, 99% of the time. i'm not afraid to hurt your feelings. you have like a 2 second rebound rate, then you're back doing the next pain-in-the-ass thing. 

young allie: so what? 

young noah: so it's not gonna be easy. it's gonna be really hard. we're gonna have to work at this every day, but i want to do that because i want you. i want all of you, for ever, you and me, every day. will you do something for me, please? just picture your life for me? 30 years from now, 40 years from now? what's it look like? if it's with him, go. go! i lost you once, i think i can do it again. if i thought that's what you really wanted. but don't you take the easy way out. 

young allie: what easy way? there is no easy way, no matter what i do, somebody gets hurt. 

young noah: would you stop thinking about what everyone wants? stop thinking about what i want, what he wants, what your parents want. what do you want? what do you want? 

young allie: it's not that simple. 

young noah: what... do... you... want? 

young allie: i have to go now. 

7 Kasım 2010 Pazar

... wtf!


bazen gerçekten çok sinirli ve sinir bozucu olabiliyorum. işte o an kendimden nefret ediyorum ama buna rağmen öyle davranmayı da sürdüyorum. kendimi durduramıyorum. ergenliğe dönüşler yaşıyorum. dünyanın en çekilmez, en antipatik insanı oluyorum. sanırım ben aslında zor bir insanım ama çaktırmıyorum. 
... morning bell!


gitmek gerek buralardan. 
neden gerek bilmiyorum ama gerek işte. 
uzaklaşınca yapmak istediklerimi yapabilecekmiş gibi gitmek gerek. 
filmlerdeki sonlara yaklaşmak için.
kendini kandırmaya devam etmek için.


hiçbir şey bizi kurtarmayacak. 
yıllar hızlanarak bitecek.
ve elimizde hiçbir şey olmayacak.
sırf başka şeyler istediğimiz için, bizden beklenenleri yapmak istemediğimiz için. 
iş bulup çalışmak istemediğimiz 
evlenip aile kurmak istemediğimiz
sadece yaratmak istediğimiz ama cesaretimiz olmadığından yaratamadığımız için.
hadi yapalım demekten yapmaya başlayamadığımız için.
hep sırada bir şeyler olduğu için. 

... time!


tam da sinirlerim bozulmuş, gelecek kaygıları arasında panik ataklar geçirmek üzereyken çalan şarkı...




explosions in the sky - it's natural to be afraid




ama sakinleştirmeyi başaramıyor. üzgünüm...

3 Kasım 2010 Çarşamba

... anestezik rüyalar 2!




beyaz bir salon. yerler, tavan ve duvarlar. her yer bembeyaz. salona çıkan bir kaç kapı var. kapıların arkasında ne var bilmiyorum. ama bir tanesi sanırım bir balkona ya da terasa çıkıyor, çünkü kapılar camdan ve sürgülü. 


karşımda iki arkadaşım var. salonda başka da kimse yok. hayır, bir de yerleri silen bir görevli var. iki arkadaşım da birer beyaz doktor gömleği giymiş. sanırım bir araştırma merkezindeyiz, emin değilim. bende de var. bir şeylerden bahsediyoruz. 


sonra yere bir şey düşüyor ve kırılıyor. o yöne doğru bakıyorum. birisi bir şey düşürmüş. ben o yöne bakınca arkadaşlarım bana kızıyorlar. hep böyle yapıyorsun, istersen onunla git diyorlar. o şeyi düşüreni beğenmişim de o yüzden bakmışım izlenimi oluşuyor. ben de sadece sese doğru baktığımı söylüyorum. 


sonra bir bombadan bahsedilmeye başlanıyor ve sanırım bomba bir ışık bombası. benim emrimde olan bir bomba. ve bu patlamadan biraz önce patlayacağı anlaşılıyor ve ben şok bir ifade ile böyle bir emir vermediğimi söyleyerek arkadaşlarıma bakıyorum. o anda üçümüzün de suratında şok ifadesi oluyor ve bomba patlıyor. 
... anestezik rüyalar!




istiklal caddesi'nde bulunan konsolosluklardan birinin yanında uzun ve lacivert bir bina vardı. binanın ikinci katının dış duvarları yoktu. o kat bir sahneydi. istiklal caddesi'nde durup o sahneyi izlemek, o sahnede çalan müziği dinlemek, ona eşlik etmek için toplanacak olan insanlar için açılmıştı. ve şu anda da, gecenin bir köründe orada prova yapılıyordu. istiklal caddesi bomboştu. bense caddenin diğer ucundan binanın ihtişamına bakıyordum. 


yavaş yavaş binaya doğru yaklaşamaya başladım. kapısının penceresinden içeri baktığımda kırmızı ve mavi ışıklar gördüm. içeride bir takım insanlar vardı. yerde yatan, gülerek gezen, masada oturup içkisini içen... sanki herkes sarhoş, herkes akşamdan kalmaydı, hatta uyuşturucunun bad triplerinde yüzüyorlardı. arkada çalan müzik ise benden başka kimsenin umrunda değildi.


kendimi istiklal caddesi'ndeki bu binada bulmadan önce geldiğim bir yer vardı. yani orada buraya gelmiştim. birileri beklemem gerektiğini söylemişti de, o yüzden buralara gelmiştim. benim gibi bekleyen biri daha vardı. hayal meyal hatırlıyordum. esmer, sakallı, genç bir çocuk. ben çıkmadan önce kapıda hüzünlü gözlerle bekliyordu. geri dönüp oraya bakmam gerekiyordu. bu arada kulağımda bir sürü insanın sesi vardı. her ses farklı bir şey anlatıyordu. ama bana anlatıyorlardı. bense onları görmüyordum. sadece seslerini duyuyordum.

yürümeye başladım. bir avluya geldim. beyaz bir ışık vardı. güneş ışığı da değil, yapay bir ışık da değildi ama beyaz bir ışıktı, eminim. bütün avluyu aydınlatmıştı. avlunun etrafında kapıları bahçenin içindeki küçük patikaya açılan odalar vardı. patikanın başında o genci gördüm. bana aynı ifade ile bakıyordu. umutsuz ve mutsuzdu. sanki derdini bir türlü anlatamıyormuş gibi bir hali vardı. onu geçtim. ikinci odanın penceresinden içeri baktım. odada bir sürü insan vardı. sanki bir sınıf gibiydi. birisi onlara bir şeyler anlatıyor gibi ama bir yandan da karmaşanın ortasındaymış gibi. başımı öne eğip geri çekildim. odaya girmem için odanın boşalmış olması gerekiyordu. 


gence doğru yürüdüm. neden geri döndüğümü sordu. sınıfın dolu olduğunu söyledim. bana şaşırmış gözlerle baktı. nasıl yani emin misin dedi. aldı kolumdan beni pencereye tekrar götürdü. o odada kimse yok, görmüyor musun dedi. 


o anda her şey aydınlandı. gördüğüm insanlar, duyduğum sesler şizofrenik bir ruhun üretmiş olduğu ürünlerden başka bir şey değildi. genç bunu anlamamı bekliyordu. anladığım anda da sınıf boşaldı. beyaz ışık büyüyerek gözleri kamaştırdı ve yok oldu. 

Bu Blogda Ara