29 Mayıs 2010 Cumartesi


... hayat bayram olsa!

glee izledikten sonra her an, her yerde dans edip şarkı söylemek, kendi çapımda klipler çekmek istiyorum. 
adidas originals'ın reklamını izledikten sonra öyle bir hayatım olsun istiyorum.
mustafa sandal benim aşka inancım kalmadı şarkısının başında hobarey diye bağırdığında, ben de bağırmak istiyorum ama aynen onun gibi. 

:)

... et parce que ma peau est la seule que j'ai!


bende bir sorun var herhalde!...

26 Mayıs 2010 Çarşamba

... sem hikayeleri 4!

... yağmurun altında koşarken başını kaldıramadığı için tek gördüğü şey ayakkabılarıydı. yağmurdan sırılsıklam olmuş saçları önüne geliyordu. alnından burnuna, burnundan da yere düşen damlaları teker teker hissediyordu. canını acıtıyorlardı. hızlı ve habersiz gelişleri onu savunmasız bırakıyordu. engelleyemiyordu. ne gelişlerini ne de verdikleri acıyı. sinirleniyordu ama bir şey yapamıyordu. durmayı düşünse de yoluna devam etmek zorundaydı. gücü tükenmek üzere olsa da sonuna kadar gitmek ve görmek önemliydi. kendisi için değil de, belki diğerleri için. her zaman olduğu gibi, diğerleri için... yağmurun altında koşarken duyduğu tek şey damlaların vücuduna değdiği anda çıkardıkları sesti. ne bir insan sesi ne de yağmurun sokaklarda çıkardığı o huzur ve huzursuzluk karışımı sesi. duyuları bir insanın hissedebileceğinden daha yoğun ve güçlüydü. tanımlayamıyordu. kendini insanlıktan çıkmış, başka bir varlığa dönüşmüş gibi görüyordu. duyduğu sesler, çin işkenlerini hatırlatıyordu. dazlak bir başın üzerine, aynı aralıklarla damlatılan sular gibi. yavaş yavaş delirterek...
... i know kung fu!

chuck s03e18 an itibari ile ağzıma sıçmıştır efendim. 
heyecanı olsun, duygusallığı olsun sezon sonunda tavan yapmıştır. 
izlerken hop oturup hop kalktım. gözlerim doldu. güldüm. 
çarpıntı falan yaptı. o derece. 
şimdi sezon finali yüklensin diye bilgisayarın başında delirmek üzereyim.
muhtemelen son bölümle tavanı da aşıcaklar, ekranın karşısında öyle kalakalıcam. kesin. 
sonra işin yoksa otur 4. sezonu bekle. 
yok böyle bir şey!... 






















hatta sanırım şimdi tekrar izlicem bu bölümü.

25 Mayıs 2010 Salı

... birdenbire!


her şey birdenbire oldu.
birdenbire vurdu gün ışığı yere;
gökyüzü birdenbire oldu;
mavi birdenbire.
her şey birdenbire oldu;
birdenbire tütmeye başladı duman topraktan;
filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire.
yemiş birdenbire oldu.

birdenbire,
birdenbire;
her şey birdenbire oldu.
kız birdenbire, oğlan birdenbire;
yollar, kırlar, kediler, insanlar...
aşk birdenbire oldu,
sevinç birdenbire.

orhan veli




pek güzelmiş...
... nothing is what it seems!

bugün hikaye falan yok. uyudum çünkü. rüyalar gördüm. üşüdüm. 

kendime kızıyorum.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

... sem hikayeleri 3!

en arka koltukta oturuyordum. salon o kadar soğuktu ki yanımdaki arkadaşıma sarılasım geliyordu. 
kollarımı vücuduma sarmıştım. donuyordum. vücudumu koltuğa ne kadar yayarsam o kadar ısınırmışım gibi içine gömüldüm. gözlerimi kapadım. aslında yazmak istiyordum ama ellerim kalem tutmayacak diye korkuyordum. bir de yanımdakinin yazdıklarımı okumasından. 
kulağımda bir şarkı çalıyordu, ne olduğu önemli değil. sadece sakin ve huzur vericiydi. düşünmek istediğim, kafamda belirli bir şekle sokmak istediğim düşünceler vardı. ellerime bakıyordum. gülümsüyordum. müziğe ve hayallere kendimi vermeye karar verdiğimde gözümün önüne tek bir sahne geldi. 
arkadaşlarımızla deniz kıyısında, hatta boğaza karşı bir konserdeydik. yanımızdaki iki sevgili birbirlerine sarılarak müziğin ve boğaz manzarasının tadını çıkarırken, biz müzip bir şekilde gülüyorduk. yan yana durup birbirimize bakmadan gülümsüyorduk. çünkü kimsenin o anda göremediği, bilemediği bir şey oluyordu...

23 Mayıs 2010 Pazar

... kızdım!

... sem hikayeleri 2!

... atlar büyük bir sürü halinde dağların arasındaki toprak düzlükte koşuyorlardı. yeleleri rüzgarda uçuşuyordu. nallarının arasından geçip giden toz bulutları onları rahatsız etmiyordu. her şey kahverengiydi. atların koşuşmalarının ardından bir müzik sesi geliyordu. sanki ıslık çalıyormuş gibi ama değil. huzurlu ama huzursuz. insanı büyüleyen, hipnotize edip kendi içine doğru çeken... uyan, rüyandan uyan sevgili çocuğum. günü yaşa. şimdi. şu anda. zamanı geldi. dudaklarının arasından içine çek müziği. yeşili ve doğayı. içiçe yaşa onlarla. bırak kendini zihnini boşalt. şimdi hiçbir şey hissetmiyorsun, anlamıyorsun. öksürtüyor müzik seni ama alışacaksın. işte alıştığında onu duymaya ve görmeye başlayacaksın. o zaman görünecek sana...


... everything is something happened!


                                                                         shit!
                                                                  

It felt as if one’s entire world was one, long Sunday afternoon. Nothing to do. Nowhere to go.


22 Mayıs 2010 Cumartesi

... sundays are slow!

bugün pazar değil. pazarların yavaş ya da hızlı olması ile de ilgilenmiyorum. 
olay başka bir şey.
biraz önce bir kaç sene önce last fm'de dinlerken beğendiğim ve listeme eklediğim bir şarkıyı uzun zamandan sonra tekrar dinledim. neden böyle oldu bilmiyorum ama şarkının bir yerine geldiğinde kalp atışlarım o kadar hızlandı ki anlatamam. beni bu kadar heyecanlandırması saçma değil aslında. neden heyecanlandığımı da biliyorum. sadece kabul etmek istemiyorum o kadar. 

neyse öyle işte...



(kızmış gibi yazmışım ya!)(yok yok valla kızmadım)
... 21 mayıs için!


... sem hikayeleri 1!

... dikdörtgenler prizması şeklinde bir kutu vardı. etrafı küçük insanlar tarafından sarılmıştı. kendi aralarında fısıldaşarak konuşuyorlardı. etraflarını yoğun bir duman sarmıştı. bu duman sanki bir bariyredi. kimse ne içinden geçip küçük insanlara karışabiliyor ne de dışarı çıkıp kendini kurtarabiliyordu. herkes birbirine dumandan kelepçelerle kenetliydi...

... hareketlerinden beni etkileyen bir şey vardı. onu gördüğümde gözlerimi donduran, midemi bulandırıp başımı döndüren bir şey. sanki herşeyin siyah beyaz, bir tek onun renkli olduğı bir dünya. şimdi şu anda bırakmak istemediğim bir hayal. inandığım bir şey. bildiğim. bir gerçek ki herşeyi sahteleştiren. bir şey...

18 Mayıs 2010 Salı

... en sevdiğim!

... şapşalsonik!

ya hakkaten çok ilginç 
aslında çok da değil
bilemedim bak şimdi

son zamanlarda bu iki kere başıma geldi
ilk olarak uzun süre birini düşündüm
hatta yazılar bile yazdım buraya
sonra bir gün bana gecenin köründe mesaj attı
hiç olmayacak bir zamanda
hiç de beklemediğim bir anda
hani gerçekten irtibat kurmamızın çok uzak bir ihtimal olduğu bir zamanda oldu bu.

neyse ikinci olarak da bir başkasını bu son zamanlarda düşünüyorum
hatta daha bugün yazı yazdım kendi kendime
ne kadar uzak olduğumuza dair
sonra facebook'ta benim arkadaşım olan herkese bir parti daveti yolladığını gördüm
hatta bozuldum
neden bana yollamamamış diye
herhalde yanlış anlayacağımı düşündü diye

sonra saatler geçti
ve bana bir davet geldi
ve ben yine inanamadım 
üstüne üstlük heyecanlandım da
geçenlerde karşılaşmıştık 
heyecanlı bir andı benim için 
ama eskisi gibi bakmamıştık birbirimize

gidemeyeceğim ve aslında herkese yollanan bir davet içindi bu yazdıklarım
işte bu kadar da şapşal bir insanım ben

11 Mayıs 2010 Salı

... !

otobüse kusan çocuğun annesi...

lanet olsun sana!

... yorumsuz!

iki sokak ötedeki işimden 21:15'te çıktım. 
ne düşünsem bilemedim.
neyse ki güleryüzlü insanlarla çalışıyorum.
çok yorgunum.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

... senden öğrendim!

o zamanlar uyumak çok zordu benim için. hatta nefes almak bile çok zordu ama az çok alıp veriyordum. ama uyumak... düşünecek çok şey olduğunda uyuyamıyor insan. ya da yatağında yatarken üzerinde oturan bir şey varmış gibi hissederken. zor. kalbinin nasıl bu kadar çok acıyabildiğini, sınırlarını görmeye çalışırken uyumak çok zor. şimdi bakıyorum o zamanlara da hala dünmüş gibi geliyor. ama dünkü gibi değilim artık.
hatta yazmayacaktım bile bunları ama işte öğrendiğim şeyler olduğunu fark ettim biraz önce. bunu normalde dinlemediğim bir şarkı fark ettirdi bana. şimdi döne döne aynı şarkıyı dinliyorum. bu kadar büyük bir şey atfettmek istemiyorum ama en çok sevdiğim, ya da elde edemediğim için sevdiğimi sandığım, bana bunları yaşattı ve bunları da öğretti. üzgünüm ama bu böyle...


gittin kanadı kırık kuştum,
sustum sözlerime küstüm.
hani kırılırsın siyaha
nöbet nöbet geceler boyunca,

dün güne dize gelince yürek acılara doyunca,
o tez dönüşün geç olunca,
kendime tahammülü öğrendim.
kördüm, bilendim, seni unutmayı öğrendim.

sen yoktun ben yalnız kalmayı öğrendim
acıya duvar gibi durmayı öğrendim
kaybolmuş bir dilin sözcükleri gibi
köksüz bağsız durmayı öğrendim

vazgeçtiysen hep sağanak yağışlarımdan
vazgeçtiysen bitmek bilmez kışlarımdan
korkma kimseye ödenecek borcun yok,
yok saymayı ben senden öğrendim


aynen böyle geçti o onyedi ay. en azından çoğunluğu. hala düşündükçe canım acıyor. ama geçmişi değiştirmek mümkün değil. mümkün olsa da değiştirmek istediğimden emin değilim. 

hayat devam ediyor...

9 Mayıs 2010 Pazar

... a long time ago in a galaxy far, far away!


onyedi ay
insandan çok şey alıp götürebiliyor ve hiçbir şey de getirmeyebiliyormuş.
insanı bambaşka düşüncelere itip, değiştirebiliyormuş.
zaman
insanı ne kadar değiştirebilir
düşüncelerini, hissettiklerini
ben değişiyorsam başkaları da değişir mi
ya da
aynı anda değişebilir miyiz
bazı şeyler hiç değişmezken, değişemezken,
değişen birşeyler olur mu
onyedi ay
hayat
kimse artık eskisi gibi bakmıyor birbirine
burukluk değil de eskilik var gözlerde
belki de unutulmuşluk
hayat 
devam ediyor... ve kimse için de durmuyor.
çünkü 
c'est la vie!...


7 Mayıs 2010 Cuma

... sürekli tekrarlanan kelimelerin anlamsızlaşması!


bknz. mecburen


erken kalkmak mecburen
işe gitmek mecburen
eve dönmek mecburen
mecburiyetten

oh sesleri of olunca
her kafadan ses çıkınca
şaşırınca bunalınca
mecburiyetten

olan olsun bıraktım
anlamı yok zorlamanın
şans, kadere inandım
mecburiyetten

birçok güzeller sevdim
birini biraz fazla
gönül eşit sevmiyor
mecburiyetten


sürekli tekrarlanan günlerin anlamsızlaşması tam da bu şarkıya uygun sanırım. gözlerim kapanıyor ve ben bunları düşünmek istemiyorum. güzel şeyler düşünmek, duymak ve hissetmek istiyorum. 
hayatımın anlamsızlaşmasını istemiyorum.

6 Mayıs 2010 Perşembe

... çaldım ama sor neden! 


I don't have to tell you things are bad. 
Everybody knows things are bad. It's a depression. 
Everybody's out of work or scared of losing their job. 
The dollar buys a nickel's work, banks are going bust, shopkeepers keep a gun under the counter. Punks are running wild in the street and there's nobody anywhere who seems to know what to do, and there's no end to it. 
We know the air is unfit to breathe and our food is unfit to eat, and we sit watching our TV's while some local newscaster tells us that today we had fifteen homicides and sixty-three violent crimes, as if that's the way it's supposed to be. 
We know things are bad
- worse than bad. 
They're crazy. 
It's like everything everywhere is going crazy, so we don't go out anymore. 
We sit in the house, and slowly the world we are living in is getting smaller, and all we say is, 'Please, at least leave us alone in our living rooms. Let me have my toaster and my TV and my steel-belted radials and I won't say anything. Just leave us alone.' 
Well, I'm not gonna leave you alone. 
I want you to get mad! 
I don't want you to protest. 
I don't want you to riot - 
I don't want you to write to your congressman because I wouldn't know what to tell you to write. 
I don't know what to do about the depression and the inflation and the Russians and the crime in the street.
All I know is that first you've got to get mad.
 
You've got to say, 'I'm a HUMAN BEING, Goddamnit! 
My life has VALUE!' 
So I want you to get up now. 
I want all of you to get up out of your chairs. 
I want you to get up right now and go to the window. 
Open it, and stick your head out, and yell,

'I'M AS MAD AS HELL, AND I'M NOT GOING TO TAKE THIS ANYMORE!' 

I want you to get up right now, sit up, go to your windows, open them and stick your head out and yell - 'I'm as mad as hell and I'm not going to take this anymore!' 
Things have got to change. 
But first, you've gotta get mad!... 
You've got to say, 'I'm as mad as hell, and I'm not going to take this anymore!' 
Then we'll figure out what to do about the depression and the inflation and the oil crisis. 
But first get up out of your chairs, open the window, stick your head out, and yell, and say it:
 
"I'M AS MAD AS HELL, AND I'M NOT GOING TO TAKE THIS ANYMORE!"

5 Mayıs 2010 Çarşamba

... rüyada futbolcu görmek!


rüyamda mustafa sarp'ı gördüm. 
sevgiliydik sanırım. 
çok da mutluyduk. 
acayip de yakışıklı olmuştu. 




                                      bilinç altıma sıçayım... 
                                      sana bi şey olmasın :)

... yetersiz hissetmek!

genel bir tanım var elimde, bir de olay. 
tanıma göre olay bir suç. 
benim de bu olaydan yola çıkarak, tanımın istisnasını ve somut olayını bulmam gerekiyor. neredeyse olmayan bir şey arıyorum yani. 
bunun farkındayım ama yine de canım sıkılıyor, bulamıyorum. savunmayı bir istisna üzerinden hazırlayacağımız düşünülürse bulunması gereken bir şey. bulduğum şeyler var ama onlar da birebir aynı olaylar değil. 
sonuçta bu canımı sıkıyor ve kendimi yetersiz hissetmeme neden oluyor. sanki benden başkası gelip bulabilecekmiş gibi. aslında bulduğum çok bilgi, belge ve görüş var. yine de asıl istenilen değil.

bir de başka bir durum var.
malesef bunu ancak içindeyken anlayabiliyorsun sanırım.
trafik kazasında ölen bir insanın tarafındayken, şimdi trafik kazasında insan yaralayan birinin tarafındayım. onun savunulması için araştırma yapıyorum.
herkesin kendini savunma hakkı vardır derken gerçekten duyguları arka plana itmek gerekiyor. o insanı savunurken onun yapmış olduğu hareketi tasvip etmiyorsun aslında. sadece kendisini savunmasına yardım ediyorsun, boşlukları bulup, onları dolduruyorsun. 
en azından şimdilik gördüğüm bu. 

biraz kafam karışık ama düşünmeye halim de yok...


4 Mayıs 2010 Salı

... kaplumbiş!


o da bizden biri! :)


... farkındalık!


insanların gözleri ne kadar çok şey anlatmaya çalışıyor, anlayana. 
bir insanın içini ne kadar da çok anlatıyor, anlayana.
ne kadar çok şey yaşadığını ya da yaşamadığını belli ediyor, anlayana.

bazılarımız çok şanslı hayatlar yaşıyoruz. mutluyuz, mutsuzuz. şanslı hayatlar yaşamayanları gör-e-miyoruz. onlar için mutlu olmanın ne kadar değerli bir şey olduğunu ya da huzurlu, herşeyin yolunda olduğunda hissettiklerini bil-e-miyoruz. bu değer bilmediğimizden değil, yaşamadığımızdan. 

sonra bir gün biri giriyor hayatınıza. çok şey yaşamış. bilmiyorsunuz ama hissediyorsunuz. sigarasını içine çekip, herkesle beraber gülerken, sigarasının dumanını uzaklara doğru üflediğinde. yüzlerce kilometre uzaklıkta olan ailesini sürekli kontrol edip, onlara uzaklardan da olsa bir telefon yakınlığında olduğunda. bunu gözlerinden, bakışlarından anlıyorsunuz ama tam da anlamıyorsunuz. belki de konduramıyorsunuz ama bu bilmediğinizden. 

hayat garip. bazen şükretmeliyiz. en azından sahip olduklarımızın değerini belki böyle daha iyi bilebiliriz...

1 Mayıs 2010 Cumartesi

... everthing is illuminated!

son zamanlarda sürekli bir geçmişe takılıp kalma huyu oluşmuştu. bu ruh halinden yorulduğumu fark ettiğimde ve beynimin artık rahatsız olmaya başladığı noktada bırakmaya karar verdim. değiştiremeyeceğim bir geçmişle uğraşmanın bir anlamı yok. insanlara iyi davranmaktan da sıkıldım. kimseyi sevmek zorunda olmadığını fark ediyorum. ama bu o kadar garip bir şey ki fark edebilmiş olmak yeterli olmuyor. farkındayım bunun ama öyle davranamıyorum. anlatırken bile sıkıldım.
kısaca artık geçmişle hesaplaşmayı ve kavga etmeyi bırakıyorum. isterse o kazansın, umrumda değil. zaten ben iyileştim bile... :) 

güzel şeyler olmaya başladı. en azından şimdilik öyle gözüküyor...



ama sıktım pis kanı
akıttım yaramdan
iyileşmeye yaladım geçmişti sanki


şimdi fark ettim de,
en güzel Holden ifade etmiş.


 















evet nedeni bu olsa gerek....
... ilk hafta değerlendirmeleri!

daha tam anlamıyla aksiyon başlamadı aslında ama başladığında baya yorulacağımı da biliyorum. ama şimdilik memnunum. etrafımdaki insanların egolarından suratlarının görülmediği bi yerde değilim. herkes çok canayakın, güleryüzlü ve yardımcı. o yüzden kendimi şanslı hissediyorum. onlardan olabildiğince çok bilgi sömürmeyi planlıyorum. benim için çok yararlı olacaktır.

onun dışında beni korkutan bi şey var ki o da, işe başladığımdan beri buraya yazamıyorum. olaya buraya yazı yazmak değil aslında. olay bu yetinin kullanımının azalması. sadece iş yapan bomboş bi insana dönüşmek istemiyorum. hayatımın sadece iş olmasını istemiyorum. o yüzden biraz dikkatli olmak gerek sanırım...

Bu Blogda Ara