10 Nisan 2010 Cumartesi

... yok olmak!

iskelenin yanındaki banklarda oturuyorlardı. hiç konuşmuyorlardı. artık konuşacak bir şey bulamıyorlardı. sadece susuyorlardı. o kadar tükenmişlerdi ki artık sadece yanyana oturup sesizliği paylaşabiliyorlardı. "en azından bunu paylaşabiliyoruz" diye düşündü ama yetmiyordu. birbirlerinin yüzlerine bile bakamıyorken yanyana oturup sessizliği paylaşmalarına katlanamıyordu. kendini teselli etmeye çalışıyordu ama kandırmaktan başka bir şey değildi bu yaptığı. "en azından bunu paylaşabiliyoruz..."

aslında paylaşılan hiçbir şey yoktu ortada. sadece o istedi diye orada oturuyorlardı. aslında yanındaki de istemeden gelmişti. iskeleye yaklaşan vapur, deniz kenarında oturan insanları ıslatmıştı. herkes etrafa kaçışmıştı. onları izliyordu. onların kaçışlarını, gülüşmelerini izliyordu. eskiden beraber ne kadar güldüklerini hatırladı. özellikle de onun kahkahasını. çok güzel kahkaha atardı. yeri geldiğinde çok sinir bozucu da gelirdi ama yine de seviyordu onun kahkahalarını. uzun zaman olmuştu onu duymayalı. "her şeyi bu hale getiren benim" diye düşündü. zamanı geri getirememek büyük bir yüktü. pişmanlık. bilmiyordu. sadece onu üzdüğü için, onu ağlattığı için çok ama çok mutsuz oluyordu. gün geliyor gece yatakta herşeyi kafasından tekrar yaşıyor, çoğunlukla da hatırlayamıyordu. sanki o zamanlar beynini çıkarıp atmışlar da hareketlerini istemsizce yapmış gibi hissediyordu. "ben bunları nasıl yaptım" diyordu. anlamsızlıklar ve hayalkırıklıklarıyla uykuya dalıyordu. sabah uyandığında ise hiçbir şey düzelmiyordu. hayatına kim girip çıksa dönüp dolaşıp düşündüğü insan o oluyordu. bu ona aşık olmasından ya da hala onu seviyor ve onunla birlikte olmak istemesinden değil, onunla büyümüş olması ve en önemlisi de hayatında bu kadar değer verdiği bir insanı çok ama çok üzmüş olmasından dolayı oluyordu. 

bir hareketi yaparken aslında düşünmeyiz ya, yani elimizi kaldırıp başımızı kaşıyacağız diye düşünmeyiz, yaparız. işte kafasını omzuna koyarken o kadar çok düşündü ki sonunda hareketten korkmaya başladı. hatta hareket anlamsız gelmeye başladı. onun vereceği tepkileri düşündü, kafasından senaryolar yazdı. hayır basit bir şekilde kafasını omzuna koymak istiyordu. ve boğazı izlemeye devam etmek istiyordu. bu kadar basit. ama yapamadı. 

saatler geçti. orada oturmak anlamsızlaştıkça, kalkıp gitmek daha da zor oldu. yapışıp kalmışlardı. orada sonsuza kadar onunla oturmak istiyordu. hava soğumuştu, ona yakınlaştı. o ise hiç hareket etmedi. "bu kadar mı bittik" diye düşündü. sonunda cesaretini topladı ve başını omzuna koydu. şimdi sırada ağzından çıkması gereken sözcüklere gelmişti. yutkundu ve "özür dilerim" dedi. sözcükler havada kaldı. özür ne demek? dilemek ne demek? harfler ve kelimeler ne anlama geliyor? nasıl yani?

harfler havalandı. bir bulut gibi üstlerinde dolaşmaya, birbirlerine karışmaya başladı. havada sakince anlamlarını ararken birden hızlandılar, birbirlerine çarpmaya başladılar. çarptıkça başlarına, oradan da yere düşüp parçalandılar. teker teker. ikişer ikişer. yavaş yavaş. en sonunda geriye tek bir harf bile kalmadı. "özür dilerim" kendini yok etti.

çok geç kalmıştı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Blogda Ara