7 Haziran 2010 Pazartesi

... çocukluğudur insanın adı!


gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
hiçbir yere gitmiyor... 


iki insan beraber büyüdüğünde neler yaşarlarsa yaşasınlar, arada ne kadar kırgınlık olursa olsun o çocukluklarını bir kenara atıp birbirlerini silemiyorlar. bunu hep beraber büyüttükleri çocuklukları engelliyor. hep bir hatır, hep bir sevgi baki kalıyor.
çocuklar sanırım büyüklerden daha toleranslı ve anlayışlılar. büyüklerin bir kerede silip atabileceği şeylere hep şans vermeye devam ediyorlar. onlar için hayalkırıklığına izin yok. onlar hep iyi, hep affedici. büyükler ise zalim ve acımasız.
böyle olduğumuz zaman işte anlıyorum büyüdüğümüzü. artık daha fazla hayalkırıklığı yaşamak istemeyip, artık affetmemeye ve insanları silmeye karar verip bunu yapmaya başladığımızda içimizdeki o saf, affeden ve mutlu çocuğu öldürmüş, üzerine toprak atmış oluyoruz. resmen cinayet!
işte beraber büyüdüğümüz insanlar o çocuğu hiç öldüremediklerimiz. beraber büyüdüğümüz, çocukluğumuzu, saflığımızı yaşadığımız insanlar. o çocuğu öldürmemizi engelleyenler. sadece hissettirdikleri ve hissettikleri ile olası cinayeti önlüyorlar. 
eski fotoğraflara bakmak bile yeterli bunun için sanırım. dünleri, geçen yılları, bugün ile aralarındaki zamanı, yaşananları, bakışları, gülüşleri ve gözyaşlarını görünce; "beni bırakma, hep hayatımda ol" demeleri o çocuk için söz vermeye yeterli oluyor. sonra insan, o çocuğun hep gülmesini, yıllar önceki gibi mutlu bakmasını istiyor. 
keşke hep çocuk, hep saf kalsaydık. 
keşke hiç büyümeye çalışmasaydık.
artık büyümeyi istemek, büyümeye çalışmak ve büyümek o kadar da mantıklı gelmiyor.
artık o onsekiz yaşında büyümeyi isteyen şapşal çocuk bunu istemiyor. 

çocukluk işte. biraz da olsa hala...



şimdi kocaman denizlerde, kocaman gemilerde
neden yok küçüklüğümüzdeki büyüklüğümüz;
çocukluğumuzun bahçelerinde, o evlerde
kağıttan gemilerimizi yüzdürdüğümüz.
bir şeyler mi kalmış çocukluğumuzda,
çocukluğumuzla çözdüğümüz..


özdemir asaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Blogda Ara