4 Mart 2010 Perşembe

... i've heard the hiss of the train at the railway head!

always the summers are slipping away
find me a way for making it stay

tren raylarının ortasında duruyordum. koşmuş, nefes nefese kalmıştım. yine kaçırmıştım. yine gidiyordu ve ben arkasından bakıyordum...

pencereden dışarıya baktım. hava güneşliydi. her yer yazın pastel ve canlı renkleriyle doluydu. büyüleyici bir parlaklık vardı. gördüğüm her canlı, her nesne etrafında bir ışık hüzmesi vardı. gözlerim kamaşıyordu ve ben acı çekmeme rağmen bakmaya devam ediyordum. fiziksel acıma eklenen göğsümdeki boşluk ve ağırlık hissi gözlerimi dolduruyordu. ben ağlıyordum. yavaş yavaş. yanaklarımdan sessiz sakin süzülerek.

çimenlerin üzerinde oynayan renkli çocuklar vardı. sarı, kırmızı, mavi, yeşil... bahçede buldukları hortumla birbirlerini ıslatıyorlardı. süs havuzlarındaki fıskiyeler gibi etrafa sıçrayan sular. ve gülüyorlardı. ve bağırıyorlardı. diğer tarafta tramplenin üstünde elele zıplayan çocuklar vardı. aynı anda, senkronize zıplıyorlardı. ve gülüyorlardı. ve bağırıyorlardı. ben ise gri dünyamdan onları izliyordum.

kapıyı açtım. koşmak istedim. onların yanına gidip ıslanmak istedim. onların yanına gidip zıplamak istedim. ve gülmek. ve bağırmak. yapamadım. adımımı dışarıya attığım anda gri dünyam da benimle birlikte adımını attı. yavaş yavaş ıslanmaya başladım. başımı kaldırdım. hava kapanmış, şekilli bulutlar toplanmıştı. çocuklara doğru baktım. orada hala yazdı. renkler vardı. sarı, kırmızı, mavi, yeşil... parlak ve canlı. bende ise her şey gri, soğuk ve ürkütücüydü. tıpkı... 

sesini duydum. koşmaya başladım. dünyam tren raylarına çok uzak değildi ama koştukça yol uzadı, yavaşladıkça yol uzadı. bir süre sonra önüme ağaçlar çıkmaya başladı. bazıları gökyüzünden tam önüme düşüyorlar, bazıları da yer altından önüme çıkıyorlardı. ben koşarak onları geçmeye çalışıyordum ama onlar gittikçe bir ormana dönüşüyorlardı. ben bu sefer kaçırmayacaktım. o yüzden bütün engelleri aşmalıydım. bu sefer yazı kaçırmayacaktım. gri dünyamdan renkler içine atlayacaktım. öyle ki son anda tutunup, boşluğuna bırakacaktım kendimi. uzun bir tünelde, derin bir kuyuda yavaş yavaş renkler arasında kaybolarak, dönüp duracaktım. sona yaklaşırken bütün renkler bana sahip olacaklardı. sarı, kırmızı, mavi, yeşil. gözlerimi kapatıp, kendimi ona verecektim, süzülecektim. siyah ve beyazın karışımından kurtulacaktım. tanımayacaktım onları. mutlu bir şekilde kollarımı açacaktım. ve sırt üstü çimenlere düşecektim. tıpkı bir bulutun üstüne düşmüş gibi. yumuşacık, huzurlu ve mutlu. 

o beni oraya götürecekti. bu yüzden durmadan koşmalıydım. hızlandım. ağladım. yavaşladım. ağladım.

always the summers are slipping away
find me a way for making it stay

tren raylarının ortasında duruyordum. koşmuş, nefes nefese kalmıştım. yine kaçırmıştım. yine gidiyordu ve ben arkasından bakıyordum...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Blogda Ara