23 Ocak 2010 Cumartesi

... fuck you!

televizyonun dibinde, yerde oturuyorduk. karşılıklı. ayaklarımı ona doğru uzatmıştım. o karşımda bağdaş kurmuştu. üzerimdeki hırkayı çıkardı. kollarımı kendisine doğru çekti ve kalemle birşeyler çizdi.

şömine yanıyordu. diğerleri sobanın üzerine çizmiş oldukları kestaneleri ve mantarları yerleştiriyorlardı. o ise hepsinden uzakta yeşil kanepede boylu boyunca uzanmıştı. bense ayakta öylesine tepkisiz duruyordum. onu daha yeni tanıyordum. daha iki gün bile olmamıştı ama onu bana çeken bir şey vardı. anlatılması zor bir çekim gücü..

elimdeki bıçağı açıp kapatırken gözgöze geldik. doğruldu ve elini uzattı. bıçağı eline alıp keskinliğini kontrol etti. sonra bana bakıp istediğim şeyi yapabilmem için uygun olmadığını söyledi. bense sadece sobanın üzerinde duran kestanelere baktım.

yerde oturuyorduk ve kollarıma birşeyler çiziyordu. başımı kaldırıp ona baktım ve hatırladım. aramızda seslere ihtiyaç olmayan, telepatik bir iletişim vardı. çizmeyi bırakıp bana baktı ve gülümsedi. artık tek ihtiyacımız olan doğru malzemeler ve yalnızlıktı.

birden kendimi bir köprünün ortasında, onunla elele tutuşup aşağı doğru bakarken buldum.
buraya nasıl geldim, hatırlamıyorum.

onunla neden eleleyim, hatırlamıyorum.

ve en önemlisi elimdeki bu acı da neyin nesi, hatırlamıyorum...

"Baby... by the power invested in me, as God is my world... I pronounce us husband and wife..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Blogda Ara